16 Aralık 2011 Cuma

Terim Süper Lig'i Çözdü

Aslında bu yazıyı geçen hafta yazacaktım. Fakat rekoru kırmasını bekledim. Nacizane benim medyaya servis ettiğim rekor "Galatasaray üst üst 7 deplasman maçında gol yemedi ve kulüp tarihinin rekorunu kırdı". Kolay görünen bir istatistik değildir. Üst üste 7 deplasman maçını gol yemeden bitirmek. İç sahada yapılırsa daha olası ama deplasmanda zordur.
Geçen sezon 2.yarıda Aykut Kocaman için söylediklerimi son 5 hafta için Fatih Terim'e söylüyorum. Sayın Terim başlık için beni affetsin :) benim ne haddime ülkenine en başarılı 3 teknik adamından birine bunu söylemek. Fakat amacım başkaydı. Terim 1994-2000 yılları arası ülkenin çehresini değiştirmiş, rüyamızda göremeyeceğimiz başarıları yakalamıştı. Şifresi neydi? Hagi-Popescu-Taffarel gibi ustaların yanında Emre-Okan-Suat üçlüsü orta sahada, Hakan Şükür gibi bir efsane, Hasan-Bülent-Ergün-Ü.Davala-F.Akyel gibi kalbur üstü yerlilerle gelen başarı. Oynayan/zevk veren bir futbol, ön alanda baskı ve kazanılan toplarla sonuca gitmek. Fakat 11 yılda çok şey değişti. Günümüz futbolunda artık şampiyonluklara giden yol "savunmaktan" geçiyor. Geçen sezon 2.yarıda üst üste gol yemeden maçları bitiren Fenerbahçe en az bir gol bulup 3 puanları cebine koyuyordu. Özellikle Süper Lig'de kalenizi kapatırsanız mutlaka 1-2 pozisyon bulup golü atarsanız ve kazanırsınız. Artık takımlar-oyuncular arası farklar kapandı, dolayısıyla geriye düşüp maçı çevirmek hatta 2-0'dan döndürmek sezon boyunca belki 1 kez oluyor.
Terim sezon başlarken sistemini 4-3-3 üzerine kurmuştu. Fakat bu sistemi mevcut oyuncuların kaldırması nerdeyse imkansızdı. Zaten Eboue'yi sol açık, Sabriyi bazen öndeki üçlünün sağında bazen sağ bekte oynatmakta bu tezimi destekliyordu. 4-3-3'de genelde Elmander tek forvet oynadı ve hep yanlız kaldı, hep boşuna yoruldu. Forveti destekleyecek tek oyuncunun Engin olduğu yazıldı, çizildi. Doğruydu bu ama 11 maçta kalede 9 gol görmüştü Galatasaray. Golsüz biten ve Beşiktaş'ın dünyaları kaçırdığı maçta şöyle bir paragraf yazmışım: "Galatasaray'ın sorunu Elmander veya yerinde oynayacak oyuncunun beslenmesi. Takım içinde bunu yapabilecek görünen tek isim Engin. Fakat Engin'de her zaman güven veren bir isim değil. Dolayısıyla yolu değiştirmek lazım. Yani 4-4-2 dönmek iyi bir tercih olabilir. Baros-Elmander ikilisi gayet güzel işler. Neden işler? Çünkü özellikle Elmander geri dönen, pres yapan tam bir takım oyuncusu. Orta sahaya yardım edecektir. Lig Tv'nin yılın zihni-sinir projeleri dalında aday olabilecek uygulamasını kendimce şöyle kullanacağım Galatasaray için 4-3-3 çıksın, 4-4-2 girsin." İşte Terim ne zaman sistemi birazda zorunluluktan 4-4-2 yaptı o zaman 5 maç üst üste geldi. Son 5 maçta Galatasaray'ın yediği gol 2 attığı ise 11. Evet işler güzel gidiyor ancak halen daha oturması gereken noktalar var. Devre arasında alternatifler gerekecek ayrıca Emre-Semih ikilisinin kötü oynayacağı maçlar olacaktır. Bu gençleri kontrol altında tutmak gerekir. Bu noktada belki yardımcı hocalar Davala ve Şaş'a büyük görev düşüyor.
Terim gol yemeden oynama işini bu akşam iyice abarttı. Orduspor özellikle ilk yarı Culio'nun önderliğinde nerdeyse tek kale oynadı ama pozisyon bulamadı. Galatasaray ise bir kaleci hatasında (bir şekilde pozisyon bulunuyor) golü yaptı. Kontrollü oyuna devam edip farkı 2 yapınca oyun koptu, değişiklikler geldi. Bizim lig'de başarı Daum-Lucescu taktiğinden geçer. Ersun Yanal gibi futbol oynatmaya çalışmayacaksın. Çünkü Avrupa'da Futbol, bizim lig'de top oynanır. Kuralı da Gol YEMEYECEKSİN.

14 Aralık 2011 Çarşamba

Mustafa Fernandes

Beşiktaş grubun son maçında Stoke City ile yine çok ilginç bir maç oynadı. Son maçlar öncesinde 3 puan farkla 2.sırada bulunan Beşiktaş'a beraberlik hatta averaj hesaplarına göre yenilgi bile yetecek, kazanması halinde ise grup lideri olacaktı. Peki Beşiktaş bu avantajı nasıl yakalamıştı. Dinamo Kiev kalecisi Shovkovsky'in gol atmak için uçtuğu, kalenin içinden 3-4 kez top çıkarıldığı maçta Dinamo Kiev'i geçen Beşiktaş herkesin çantada keklik dediği Maccabi maçında ise son saniyede 3 puan almıştı. İsrail'de önce 2-0 öne geçilmiş ardından maç 2-0'dan 2-2'e gelmiş, İngiltere'den gelen beraberlik golü hesapları iyice çıkmaza sürüklediği anda son dakikada sahneye Q7 çıkmış ve bu akşamki avantajı getirmişti. Tam "Türk İşi" dediğimiz eline gelen fırsatı kullanamayıp yumurta kapıya sıkışınca işi son anda bitirmiştik.
İşte o avantajla gelen Beşiktaş dün akşam sadece maçını kaybedip, D.Kiev ise 4 farklı galip gelmesi ile eleniyordu. Vee dakikalarda 20'yi gösterdiğinde Beşiktaş 1-0 geride, D.Kiev ise 2-0 öndeydi. Yani kalan zamanda Beşiktaş gol bulamaz ve Ukrayna ekibi 2 gol daha atarsa Beşiktaş elenecekti. Maçın kırılma anı Fuller'in direkten dönen topuydu. Tamamen şans faktörü ile kaleye yönelen top içeri girse yada Egemen'in hatasında Fuller kale sahasında topu tamamlasa maçı döndürmek bayağı zor olacaktı. Neyseki 2.yarı başında önce Kiev'den kırmızı kart ve gol haberleri geldi, ardından Mustafa Pektemek ve Fernandes'in maça asılmaları ile ibre Beşiktaş'a döndü. Fernandes bu maçta öyle bir oynadı ki sanki bize "Quaresma, Simao, Guti yoksa ben varım, ben bu takımın organizatörlüğünü yaparım" dedi. Gerçekten de yaptı. Bence zaten gerçekten de yapardı. İstikrarsızlığı ve takım içindeki yıldız sayısının fazlalığı bu geceye kadar sahne almasını erteledi. Sakatlık ve ceza olmadığı sürece orta sahada Ernst-Necip-Fernandes üçlüsü bozulmamalı. Ancaak Fernandes de Avrupa kupası maçları vitrin maçları diyip Süper Lig'de %50 performansla oynamamalı.
Beşiktaş penaltı pozisyonu ile hem beraberliği yakalayıp hem de oyuncu sayısı bakımından avantajını eline geçirince iyice bastırmaya başladı. Mustafa Pektemek'in maç sonu röportajında dediği gibi Stoke City maçı zaten kazanmaya gelmedi. Hatta hatta yenilseler bile çokta umurlarında olmayacaktı. Uefa Avrupa Liginde mücadele eden bir çok major lig takımı bu kupaya angarya olarak bakıyor. Tottenham, Paris SG, Fulham, Rennes...vb bir çok takım son 32 turunda olmayacak. Dolayısıyla fırsat ele gelmişken değerlendirmek vardı. Bu sefer Beşiktaş işi şansa bırakmadı. Fernandes'in kornerden bu sezon bolca yaptığı gibi güzel ortaladı ve Mustafa nefis bir kafa vurdu ile golü attı. Bu köşeden sezon başında yazdığım kritiklerden defalarca Edu yerine Mustafa Pektemek'in görev alması gerektiğini yazmıştı. Mustafa hem klas goller atıyor (Manisa maçı, Stoke Maçı) hem de eskilerin tabiriyle golü kokluyor, gol bölgesine gidiyor, savunmanın dengesini bozuyor. Beşiktaş'ın bu sezonki en iyi 2 transferinden biri (diğeri Egemen).
Beşiktaş'ın Stoke City gibi fizik gücü yüksek, oyun planını hava topları üzerine kurmuş bir İngiliz takımına kornerden gol atabilmesi ancak Mustafa gibi bir yetenek ve Fernandes gibi bir usta ile mümkün olabilirdi. Edu'nun golü ise şaşırtıcı bir kaymak oldu liderlik zevkine. Sonuç itibariyle Beşiktaş lider ve seri başı olma imkanını var. Dileğimiz iyi bir kura çeker ve bu kadro gidebildiği yere kadar gider, ülke futboluna hem heyecan hem de puanlar taşır.

10 Aralık 2011 Cumartesi

"Küçük" Messi Borbalan

Öncelikle şu fulbolsuz günlerde bu heyecanı yaşatan Mourinho, Messi, Guardiola, görev yapan tüm oyuncular ve C.Ronaldo'ya teşekkür etmek lazım. Hatta hatta Rijkaard, Cruyff, Bobby Robson ve Rinus Michels'e kadar geri gitmek lazım. (İlk cümledeki sıralama da en sonda Ronaldo var çünkü beni maçta en az heyecanlandıran adam oydu)
Günümüz futbolun en üst düzey kapışmasında daha karşılaşma başlamadan bir çok tabu yıkıldı. Real Madrid'in sağ bekinde sol ayaklı Coentrao gayet de iyi oynadı."Ters ayaklı bek mi olur?" diyenlere Mourinho'nun cevabıydı bu hem de El Clasico'da. Guardiola'da pek aşağı kalmadı. Alexis Sanchez'i de santrafor saymazsak 4-6-0 gibi maça başladı. Yani David Villa'yı bile kullanmayı lüks gördü. Fabregas-Messi-Sanchez devamlı yer değiştirdi. Bazen takımın en önünde Fabregas vardı. Zaten Barcelona'nın inanılmaz yapısı bu takımı bu hale getirdi. Sol bek denen Abidal bizim lig'de gayet güzel 10 numara pozisyonunda, stoper Pique gayet güzel forvet pozisyonunda, Messi de gayet güzel orta sahanın ortasında oynar. Demek istediğim sol bekinden stoperine herkes her bölgede ne yapacağını iyi bilen, topu oyuna mükemmel sokabilen oyuncular.
Mourinho'dan geçen sezon yapacağını tahmin ettiğimiz durumu bu sezon ilk maçında ilk dakikalarında gördük. Fatih Terim'in Fenerbahçe maçının ilk 20 dakikasında yaptırdığı gibi Mourinho maça 3.bölgede üst düzey baskı ile başladı. Haftalardır Lass'ı orta sahada oynatıp iyice yerine monte eden (geçen sezon bu bölgede Pepe'yi denemişti ama tutmamıştı) Mourinho ön alanda baskısından daha 23.saniyede meyve aldı. Barcelona ilk yarıda etkisizdi ama yine Messi ne yaptı etti golü attırdı. Gol de Alexis neden Barça'ya geldiğinin imzasını attı. Fakat ilk yarının yıldızı bence hakem Borbalan'dı. Maç boyunca nerdeyse tüm takdir haklarını Barcelona lehine kullanan hakem belki farkın açılmasını (dolayısıyla heyecanın kaçmasını) istemiyor gibiydi. Fakat 44.dakika da Messi'ye gösteremediği 2.sarı kart pozisyonu fahişti.
Maçın 2.yarısında ilk 10 dakikada Barcelona eski Barcelona gibi oynadı. Galibiyet golü bir şans golüydü. Golün ardından Mourinho Mesut-Kaka değişikliğini yaptı ama Barcelona hızını aldığı için maçı da aldı götürdü. Fark 2'ye çıkınca Mourinho çift forveter döndü ama maç artık "tam El Clasico" olmuştu. Bence maçı hakketmedi Katalanlar. Hakemin yardımı da yadsınamaz. Yıllardır "bu Messi neyin nesi" diye diye yere göğe koyamadığımız yıldız dün gece "Küçük" tarafını gösterdi. Madrid iyi oynarken işler kötü giderken sürekli itiraz eden, faul yapan kart gören ve sonunda atılması gerekirken sahada kalan Messi'ydi. Onu atamayan bir küçük ise hakem Borbalan'dı.

Klasikleşen son paragrafımı birazda büyük resme bakarak! kullanmak istedim. 22-23 yaşında adamlar hem gençliğin verdiği enerjiyle inanılmaz mücadele ederken hem de son derece üst düzey maçta klaslarını konuşturuyorlar. Real Madrid takımının en iyisi Di Maria'ydı. Mesut da ilk yarıda bu oyuncuya kritik anlarda eşlik etmeye çalıştı. Yıllardır oynadığı için yaşlı sanılan Sergio Ramos ve Pepe 25, Mesut-Di Maria ve Marcelo 23, Fabregas ve Pique 24, Ronaldo 26 yaşında. Real Madrid takımının en yaşlısı 30 yaşındaki kalecisi Casillas. Barcelona'da 30 üstü oyuncu 3 tane var: Puyol, Xavi, Abidal. Bizim lig'de ise 22-23 yaşındaki oyunculara genç diyoruz. Bu adamların kaçıncı El Clasicosu, kaçıncı lig maçları belli değil. Oyuncularımızı daha erken sahaya sürmeli, güvenmeli (örneğin Fatih Terim'in Emre Çolak hamlesi gibi) sonuç odaklı değil BAŞARI odaklı çalışmalıyız.

1 Aralık 2011 Perşembe

Bu Sefer Oldu Q7

Sezon başında beri "yıldız oyuncu maç kazandırmalı" diye eleştirdiğimiz Quaresma dün gece şovunu yaptı. İsrail'i bombaladı. Hem Ernst'in ortasına vurduğu volesi hem de galibiyet getiren golde slalom çalımlarının ardından bitirici vuruşu yapmasıyla neden "Büyük" oyuncu olduğunu gösterdi. Beşiktaş taraftarı başta olmak üzere onu bu takıma getiren yöneticiler ve biz futbolseverler arada sırada da olsa :) Q7'den böyle şovlar bekliyoruz.
Maça gelirsek. Tel Aviv deplasmanının zor olacağını, her ne kadar iddiası olmasa da İsrail ekibinin mücadele edeceğini düşünüyordum. Beklediğimden daha istekli bir rakip vardı. Dinamo Kiev ile bu sahada 1-1 berabere kalan Maccabi, Beşiktaş'a da çelmek takmak isteyecekti az daha da oluyordu. Tam Türk İşi bir maç seyrettik. En kötüyü de gördük, en iyisini de. İlk yarıda 2-3 net pozisyondan yararlanamayan Maccabi Tel Aviv takımıydı. Savunmada kaptırılan toplar önemli tehlikeler yarattı, o vuruşlarda biri gol olsa belki de galibiyet gelmeyecekti. Bu arada Dinamo Kiev deplasmanda 1-0 önde oynuyordu. Devre biterken Beşiktaş öne geçti. 2.Yarının hemen başında da 2-0 yaptı. Böylece artık Beşiktaş 3 puanı garantiledi diye düşündük. Fakat Holosko'nun oyuna alınmaması, biraz gevşeklik ve bıkıp usandığımız şu duran toplardan gol yeme hastalığı Maccabi Tel Aviv'i maça ortak etti. Korkulan da oldu uzaktan atılan bir şutla maç 2-0'dan 2-2 oldu. Kabul etmek lazım; Maccabi Tel Aviv bizim takımlara göre 1-2 gömlek geride bir ekip. Böyle bir takıma karşı 2-0 öndeyken nasıl olur da skor 2-2 olur. Eğer maçlar 80.dakidaki skorlarla bitse Carvalhal yerden yere vurulurdu. Çünkü 2-0 önde iken maç bir anda 2-2'ye gelmiş Dinamo Kiev'de deplasmanda galip durumda oynuyordu. Maçlar böyle bitse Beşiktaş 7 puan, Dinamo Kiev 8 puan, Stoke City 10 puanda olacaktı. Son maçlarda üç takımında iddiası olacaktı. Fakat önce Stoke City'nin beraberlik golü ardından Quaresma'nın galibiyeti getiren golü Beşiktaş'ı %80 gruptan çıkardı. Son maçta beraberlik yetiyor, mağlubiyet yaşanırsa iş gol averajına kalacak ve Beşiktaş 4 gol avantajlı durumda. Hatta hatta Beşiktaş son maçını kazanırsa grup lideri olacak. Bitime 10 dakika kala grupta çıkma hesapları yapan takım maç sonunda liderlik hesapları yapıyor. Her zaman böyleyiz :)
Carvalhal'ın kadroyu biraz da zorunluluktan koruması güzel. Fakat açıkca göründü kü İbrahim Toraman ön libero oynamasın. Bence stoper mevkiinde oluşacak boşluklarda görev alsın. Ernst-Fernandes-Veli üçlüsü gayet güzel bu takımın orta sahasını götürürler. Bir de sağ bekte Ekrem oynasa Hilbert önde oynasa Voltran oluşacak gibi :)

25 Kasım 2011 Cuma

Sıkıntı Var!!!

Sergen Yalçın'ın kulakları çınlasın, yorumlarında bu lafı bol bol kullanır: "Sıkıntı Var". Dün gece oynanan Gençlerbirliği maçında da Fenerbahçe'nin gol bölgesindeki eksikliği için "Sıkıntı Var" demek lazım.
Geçen sezon 12.hafta sonunda 30 golü olan Fenerbahçe, pozisyona girmekte zorlanmazken aynı zamanda klas isimleri ile pozisyona girmeden de gol bulabiliyordu. Mesela Alex bir duran toptan Lugano'yu topla buluşturabiliyor veya Andre Santos kanat bindirmesi yapıp topa nefis vurabiliyor, Niang adam eksiltip golü kendi üretebiliyordu. Alex ve Gökhan Gönül daha etkindi. Bu sezon ise 12 hafta geride kaldı gol sayısı 16. Geçen sezonun nerdeyse yarısı. Malum nedenler ortada. Emenike ve Niang takımdan ayrılmış, Semih ve Alex formsuz. Orta sahadan en çok katkı yapacak isimlerden Dia kadroda yok, Stoch sonradan giriyor. Selçuk, Emre, Caner ve Özer hatta sonradan giren Stoch ve Uğur toplamda ancak 2 tehlike (Emre'nin şutu direkten döndü, Stoch karşı karşıya kaçırdı) yaratabildi. Alex ve Bienvenu ise pozisyona bile giremedi. Savunmadan gelen yok, duran toptan kafa vuran yok. Dolayısıyla hücumda Fenerbahçe sıkıntılı. Son 3-4 haftada bu sıkıntı daha da gün yüzüne çıktı. Çünkü ilk haftalarda Aykut Hoca'nın her maça farklı adam hazırlaması ile kimi zaman Alex, kimi zaman Caner, kimi zaman Stoch veya Bienvenu çıkıp takımı kurtarmıştı. Fakat son haftalarda takımı kurtaracak oyuncu da gelmiyor. 4-2-3-1 sisteminde Bienvenu ve Alex etkisiz kalınca, kanatların iş yapması lazım. Özer ve Caner adam eksiltemiyorlar, orta yapamıyorlar (yapsalarda kim vuracak zaten), şut imkanları kısıtlı. Öndeki 4 kişi iş yapamıyor. Haliyle gol bulmak zorlaşıyor. Aykut hoca belki 2.yarının ortalarında Alex'in yerine Semih'i alıp 4-4-2 deneyebilirdi. Takımın Dia'ya ihtiyacı var. Daha doğrusu beklenmedik anlarda asist/gol/adam eksiltme/penaltı gibi işler yapıp skora katkı yapacak yardımcı elemanlara ihtiyacı var.
İyi güzel de Fenerbahçe hala nasıl lider? Cevabı: Aykut hoca geçen sezon 2.yarıda çözmüştü Süper! ligimizi. Hatırlarsınız sarı-lacivertli takım uzun süre gol yememiş üst üste galibiyetler almış, rekorlar kırmıştı. Bu başarıda en önemli nokta gol yememekti. Fenerbahçe dün akşamda etkisizdi ama gol yemedi. Maçı kaybetmedi. Sivas'ta golü yedi maçı kaybetti. Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim Bilica'nın uzun zamandır ilk kez iyi oynadığı bir maç izledim. Hakkını vermek lazım bu sezon eski görüntüsünden uzak. Hatta istatistiğini servis ettim: bu sezon 6 maçı var 90 dakika sadece 2 gol yemiş Fenerbahçe ve hiç yenilmemiş.
Gençlerbirliği takımının teknik direktörü Fuat Çapa, Hollanda ekolünden gelmedir. Meşhur 4-3-3 sistemi. Geldiği günden beri "Total Futbol", "oyunun iki yönünü de oynamamız lazım", "toplu hücum toplu defans" sözlerini eder durur. Son 3-4 haftada izlediğimiz Gençlerbirliği takımı Fuat Hoca'nın söylediği kıvama gelmeye başladı. Fakat dün geceki takım daha çok 4-3-3'den 4-5-1'e kaymış durumda. Gençlerbirliği adı gibi "Genç" bir takım olduğundan orta sahada kapılan toplara kanat oyuncuları iyi koşular yapıyor, haliyle 4-5-1 dönüşüyor 4-3-3 sistemine. Bizim lig için ideal sistem. Kritik noktası ise Alan savunması. Dün gece Ankara ekibi bunu gerçekten iyi uyguladı. Hal böyle olunca zaten etkisiz Fenerbahçe karşısında (adam eksilten oyuncuları olmayan) çok pozisyon vermezken, ileri de kazanacak kadar da pozisyon buldular. Yoksa kağıt üstünde Kulusic'in yer aldığı savunmanın çok fırsat vermesi gerekirdi. Ankara ekibi için son olarak Oktay Delibalta daha çok süre almalı diyorum, çünkü dikine koşuları ile Oktay sonucu değiştirebilirdi. Hatta Harbuzi tam anlamıyla iyileşip takıma girerse hücumda etkinliği daha da arttıracaktır. Sahasında ligin en iyi 2 takımından biri olan Gençlerbirliği sezon başındaki görüntüsünden çok daha iyi durumda.
Son sözüm Federasyona. Madem karar alamayacaktınız o zaman ne yapmaya ligi 1 ay ertelediniz? Fikstürü sıkıştırdınız, play-off icat ettiniz, Şampiyonlar Ligine gidecek takımı belirlemediniz sonra Uefa el koyunca oyuncuları kaçırdınız (Lugano, Andre Santos, Niang hatta gelmek isteyip dönenler...), Trabzonspor'a ve Fenerbahçe'ye transferin bitimine 2 gün kala transfer yaptırdınız (al sana Bienvenu işte), Şampiyonlar liginde tarihi maçın önüne derbi koydunuz, bu takımları şu hale siz getirdiniz. SIKINTI VAR hemde ÇOK BÜYÜK!

20 Kasım 2011 Pazar

4-3-3 Çıksın 4-4-2 Girsin

Sezonun 2.derbi maçı da geride kaldı. İlginçtir iki maçta berabere bitti. Her iki maçta heyecanlı ve pozisyonlu maçlardı ama aynı zamanda gol kaçırma rekorları kırıldı.
Beşiktaş maça klasik sayılabilecek kadrosu ile çıktı. Hatta bir akşam önce Lig TV muhabiri canlı yayında ilk 11'i Carlos Carvalhal'a okumuştu. Yani Beşiktaş tahmin edilebilir bir kadro ile çıktı. Galatasaray'da ise 8 oyuncunun yer hazırdı ama Sabri-Ayhan, Semih-Servet ve Engin-Riera arasında sayın Terim seçim yapacaktı. Engin, Ayhan ve Servet favorilerdi ama Terim Servet yerine Semih'i tercih etti. Evet bu bir riskti. Kariyerinde ilk kez derbi maça çıkan Semih hata yapabilir ve derbiyi takımı kaybedebilirdi. Sayın Terim bence maçı kazanmak kadar önemli kararı verdi ve Semih'i oynattı. Helal olsun, Semih gerçekten iyi oynadı. Yabancı bir stoper gelse veya Servet oynasa ancak bu kadar oynardı. Semih'in %100 gol olacak bir topa da yaptığı müdahele (akabinde top direkten de döndü) sonucunda skora da katkısı oldu. Galatasaray'ın 11'i maçtan önce orta saha üstünlüğü sağlıyordu. Elmander dahil herkes pres yapabilen, top kapabilen kabiliyette oyunculardı. Beşiktaş'ın etkin oynayacağı Galatasaray'ın ise kapacağı toplarla pozisyon bulacağı bir maç gibi gözüküyordu. Evet gerçekten Beşiktaş etkin oynadı hatta tahmininden fazla pozisyonda buldu ama Galatasaray ne doğru dürüst top kapabildi (özellikle 1.bölgede) ne de doğru dürüst atak yapabildi.
Daha önce de yazılarımda belirttiğim gibi Galatasaray devre arasına kadar 1 ileri 2 geri gider. Kadro kalitesi ancak bu kadarına izin veriyor. Maç boyunca 3 pozisyon var. İlk atakta orta sahada kapılan top Selçuk'un ortası ve Kazım'ın kaçırdığı akın, 2.pozisyon Melo'nun süper pasında Hakan Balta-Kazım'ın kaçırdığı ve son olarak Galatasaray esas yapmak istediği rakip yarı sahada baskı kapılan top ancak Engin'in final pasını atamaması ardından Engin'e yapılan faul ve Selçuk İnan'ın kale direğini sıyıran serbest atışı. Beşiktaş deplasmanına gelen (sonuncu Ankaragücü dahil) her takım en az bu kadar pozisyona girerdi. Galatasaray'ın sorunu Elmander veya yerinde oynayacak oyuncunun beslenmesi. Takım içinde bunu yapabilecek görünen tek isim Engin. Fakat Engin'de her zaman güven veren bir isim değil. Dolayısıyla yolu değiştirmek lazım. Yani 4-4-2 dönmek iyi bir tercih olabilir. Baros-Elmander ikilisi gayet güzel işler. Neden işler? Çünkü özellikle Elmander geri dönen, pres yapan tam bir takım oyuncusu. Orta sahaya yardım edecektir. Lig Tv'nin "yılın zihni-sinir projeleri" dalında aday olabilecek uygulamasını kendimce şöyle kullanacağım Galatasaray için 4-3-3 çıksın, 4-4-2 girsin.
Normal şartlarda maçı Beşiktaş'ın kazanması gerekirdi. Fakat biraz beceriksizlik birazda Muslera'nın iyi gününde olması sonuca etki etti. Ancak şunu açıkca belirtmeliyim. Quaresma evet gerçekten büyük oyuncu. Dünya çapında bir oyuncu. Fakat sonuca etki edemiyor. Bazı yorumcular diyorlar ki Quaresma zaten golcü bir oyuncu değil. El İnsaf! Lig başlayalı 11 hafta oldu, Q7'nin henüz golü yok. 4 savunma 3 orta saha 2 kanat 1 forvet ile oynayan takımda forvet iyi kontrol edilirse orta sahada pek golcü oyunculardan kurulu değilse (Aurelio-Ernst-Veli) kanat oyuncularının maçı kurtarması lazım. Simao zaten sezon başında beri yok o zaman bu maçı da senin kurtarman lazımdı Ricardo.

11 Kasım 2011 Cuma

"SAĞLAM" Milli Takıma

Sanırım seyrettiğim en kötü Milli takım performansıydı. Bu kadar etkisiz bu kadar şuursuz bu kadar kendi kapasitesinin altında oynayan bir takım görmemiştim. Evet Futbol 3 sonuçlı bir oyun maç kaybedilebilir ama BÖYLE KAYBEDİLMEZ.
Rakip takımın kalecisi Pletikosa'ya prim vermesinler. Kaleye 3 tane şut attık. Bu 3 şutta karavana. İsabetli şutumuz yok. Yandan bir orta veya çıkıp uzaklaştırdığı bir akın da yok. Yani 90 dakika kalede üşüdü. Bizim kalede ise pozisyon üstüne pozisyon yaşadık. Hemde nasıl bir takıma karşı. Normalde sağ bek olan Corluka sol bekte, Alman 2.lig takımında oynayan Schildenfeld stoperde, 89'lu Vida sağ bekte, Haziran ayından beri oynamayan Dujmovic orta sahada, sakatlıktan yeni çıkan Olic sol açıkta. Elemelerde en çok oynayan kadrodan 5 isim var. Kaleci Pletikosa, Srna, Simunic, Modric ve Mandzukic. Bu takım karşısında tel tel döküldük.
Maç içinde en çok dikkatimi çeken nokta fiziksel durumumuz. Dün akşam oynanan maç üst düzey bir mücadele. Yani bir Şampiyonlar Ligi maçı, bir Uefa Avrupa Ligi yarı final-final maçı, bir Avrupa Şampiyonası veya Dünya kupası maçı gibi. Son derece önemli bir maç. Ve biz bu maçta ayakta kalamadık. Rakibin tüm oyuncuları ikili mücadelelerde hep ayakta kalan taraf oldu hem de topu hızlı dolaşıtırıp telaş yapmadan oynadı. Maç boyunca bence en büyük sorunumuz buydu. Yani bizim kadromuzda 1-2 oyuncu hariç üst düzey maçı kaldıracak eleman yok. Neden yok? Çünkü bizim oyuncularımız (zamanında Emre ve günümüzde Arda, Mehmet Topal, Umut hariç) yurtdışına gidip kendilerini ateşe atmak istemiyorlar. Burada 2-3 milyon euro gibi inanılmaz yıllık ücretler kazanıp, seviyesi düşük lig'de yıldız muamelesi gören isimler gidip neden daha az paraya daha zor ortamda oynasınlar. İstanbul özellikle cennet gibi bir şehir, her türlü imkan var. Yurtdışına gidip neden kendini yeniden ispat etsin. Haliyle bir kaç oyuncu dışında yüksek tempoda ve stres seviyesi yüksek maç oynayacak durumda değil. Şampiyonlar ligi oynayan takımdan Giray ve Burak dışında oyuncumuzda yok. Zaten Giray ilk milli maçını, Burak ise 14.milli maçına çıktı. Yani enternasyonel düzeyde maç sayıları çok az. Şike vs. gibi olaylar sayesinde dengesi bozulan oyuncular, üst düzey maç oynamama sıkıntısı maç boyunca yaşadı. Halbuki şu Hırvatistan takımı gerçekten büyük fırsattı. Eski Milli takımımız olsa bu fırsatı iyi değerlendirirdi. Ancak turu kaybetmemız bence hayırlı oldu. Büyük hallerle gelen "Büyük Hoca" Guus Hiddink artık son kullanma tarihini doldurdu. Oğuz Çetin dahil tüm teknik kademenin ve altyapı organizasyonunu acil değişmesi lazım. Guus Hiddink geldiğinde büyük ümitlerim vardı ama hayal kırıklığı oldu. Takıma hiçbir katkı sağlayamazken, sonuçta alamadı. Dahada kötüsü yalvar yakar getirdiğimiz adam tenezzül edip yeterli mesai bile harcamadı. Almanya yenilgisinin ardından yazımda da belirttiğim gibi bu takımın bu performansından daha iyisini Yılmaz Vural bile yapardı.
Böylece 2008'den sonra 2.kez büyük turnuvayı kaçırdık. Benim görüşüm Ertuğrul Sağlam bu göreve getirilsin. Dört büyükler dışında bir takımı şampiyon yapan, kariyeri ve yapısı belli olan Ertuğrul Sağlam oldukça uygun bir seçim olur. Medyada belli bir kredisi olan Sağlam gerektiği gibi tam mesai harcar. Futbol anlayışını takıma kabul ettirir. Yeni ve genç isimleri takıma kazandırabilir.
Son sözüm Federasyona ve seyircilere. "Allâh(c.c) kendisine (tefekkür, riyâzat ve mücahede ile) yardım edene elbette yardım eder" mealini çok severim. Ancak bu meali sayın Başkan hiç kendine kullanmıyor. Bu maçı Türk Telekom Arena stadına alarak kendine hiç yardım etmedi. Bile bile hata yaptı. Açıkcası bu maç Bursa, Eskişehir veya başka bir şehirde gayet güzel oynanabilirdi. Hatta İnönü stadı bile tercih edilebilirdi. En azında 90 dakika boyunca bütünlük sağlanırdı. İşin organizasyon sıkıntısı bir yana taraftarın gösterdiği tepki bir yana. Tamam Volkan belki Galatasaraylı taraftarların sevdiği bir oyuncu olmayabilir. Ancak bu milli bir dava. Tüm oyuncular bizim. Herkes aynı hedef için uğraş veriyor. İşte biz böyle grupçuluk/takımcılık/ayrımcılık yaptıkca geriye gidiyoruz, düşmanı sevindiriyoruz. Zararlı ve yararsızsınız, sizden utanıyorum.

5 Kasım 2011 Cumartesi

Devre Arasına Kadar Galatasaray Bir İleri, İki Geri

Sezonun 10.maçı oynandı ve hala Galatasaray kağıt üstünde güven vermiyor. Vermemesi doğal aslında. Tarihinin en kötü sezonlarından birini yaşadıktan sonra Fatih Terim ile yeniden yapılanan, 16 oyuncu gönderip 10 oyuncu alan takımın hemen bir noktaya gelmesi tabiki zor. Fakat sezon başında düşünülen sıkıntı, ilk 10 maçta net olarak ortaya çıktı. Galatasaray'ın sorunu hücumda.
Galatasaray ön alanda ya sistem değişikliğine yada oyuncu değişikliğine gitmesi lazım. Oyuncu değişikliğine gidilmesi devre arasına kadar mümkün olmadığına göre, sistem değişmeli. Melo savunmanın hemen önünde oynarken Selçuk-Sabri ikilisi ile maç kazanılmaz. Böyle yazmama rağmen Galatasaray yeteri kadar pozisyon buldu ama ön alanda toplam kalite sıkıntısı da var.Bu Sabri'nin mukavelesine her maç ilk 11 oynar diye bir madde mi ben anlamadım. Sezon başından beri mevkisi olsun olmasın her maçta oynadı. Sol bek oynar, sağ bek oynar, 4-3-3 orta sahasının sağında hatta 4-3-3 ilerisinin sağında bile oynadı. Kapasitesi belli kariyeri belli oyuncudan mucize beklemek biraz zorlama oluyor bence. Onun dışında sol açık Riera çok düz bir oyuncu. Riera öyle kendisi pozisyon yaratan, sağ kanattan gelecek topları ikinci forvet olarak tamamlayan, hava hakimiyeti veya sürati olan özel bir isim değil. Duran top kullanan, bir çalım atıp orta yapan yada şut açısı yakalarsa vuran bir oyuncu. Sezon boyunca 34 maçın tamamında oynasa en fazla 3-4 gol atar. Dolayısıyla bu bölgeye bence tranfer yapılması lazım. Gelecek oyuncunun da bence özel bir oyuncu olması lazım. Galatasaray'ın hücum hattında sıkıntı öyle büyük ki geriden Ujfalusi bir kaç kez sıkılıp artık topla geldi ve rakip ceza sahasına girmeye çaılştı hatta bir atakta nefis bir ortada yaptı. Sistemlerden sayılardan ziyade gol bulmak için ceza sahasında fazla adamla bulunmak lazım.Fatih Hoca bunu hepimizden daha iyi biliyor tabiki de ama Baros, Engin yokken Riera, Kazım ve Sercan etkisizken orta sahadan da gole katkı verecek oyuncu yokken ancak bu kadar oluyor. Hücumda bu kadar sıkıntı varken savunma tarafı ise 10 hafta bence oturdu. Ujfalusi çok tecrübeli. Nerde duracağını, hangi hamleyi yapacağını iyi biliyor. Genç Semih (Fenerbahçeli Semih'e benzemesin kariyeri ama) bence gayet başarılı. Sanki uzun zamandır savunmada yer alan bir oyuncu gibi müdahelelerini yapıyor. Ayrıca seri bir oyuncu. Fatih Hocayı kutluyor, Semih üzerinde ısrar etmesini istiyorum. Oyuncuda cevher var ülkeninde stopere acil ihtiyacı var. Savunmadan bahsetmişken sahanın en iyileri arasında Eboue'yi sayabilirim. Yerine geçince daha iyi oynadı. Gün geçtikce kalitesini daha da gösterecektir böylece Galatasaray'ın bu bölgede de sıkıntı kalmayacak. Hakan Balta'da eski formuna yaklaşmaya başladı. Böyle devam ederse sol bekte de sorun olmayacak. Kaleci Muslera acemice yaptığı hatayı, penaltıyı kurtararak telafi etti. Gerçekten iyi kaleci ama bana güven vermiyor.
Devre arasında yapılacak transferlere kadar Galatasaray'ın kalan maçlarında 4-2-3-1 sistemini yada 4-4-2 sistemini denemesi lazım. Ayrıca Baros ve Engin'in bu takıma girmesi, Kazım'ın, Selçuk-Melo ikilisinin ve sol açıkta (kim oynar bilemiyorum) oynayacak isimlerin skora katkı sağlaması lazım. Galatasaray puan durumda çok kötü bir noktada değil ancak henüz derbilerini oynamadı. Beşiktaş maçı sonraki hafta oynanacak, Fenerbahçe ve Trabzonspor maçları ise üst üste oynanacak. Kalan 7 haftada Galatasaray'ın zor maçları var. Bazen iyi oynayacak kazanacak, bazen iyi oynamayacak ama kazanacak (örneğin Kayserispor maçı gibi) bazende iyi oynayacak yada çok pozisyona girecek ama maçı kazanamayacak (Mersin İdman Yurdu maçı gibi)
Her yazımda adet edindiğim son paragrafı bu sefer Fırat Aydınus'a açacağım. Derbi maçındaki çizgisini Galatasaray-Mersin İdman Yurdu maçında da gösterdi Fırat Aydınus. Pozisyonlara yakınlığı, futbol bilgisi ve tecrübesi ile üst düzey yönetimler gösteriyor. Umarım böyle devam eder. HERKESE İYİ BAYRAMLAR!

4 Kasım 2011 Cuma

1 Değil 10 Eksik

Pazartesi akşamı Karabükspor maçından sonra "10'un yoksa 10'un var" başlıklı bir yazı yazmıştım. Alex'in (nerdeyse maçın tamamında) yokluğunu diğer 10 oyuncu hem teknik becerileriyle, hem kondüsyonları ile hem de motivasyonları ile hissettirmemişti. Fenerbahçe maçı 1-0 kazanırken yeteri kadar gol pozisyonu yakalamıştı.
Sivasspor maçında ise aslında korkuyordum. 27 maçlık serinin yitirileceğini sanmıyordum ama puan kaybı yaşanabileceği düşünüyordum. Fakat korkulan oldu. Neden korkmuştum? 1-Haftanın ilk günü 84 dakika 11'e 10 oynayan takımın çok yorulmuş olması: Maçtan sonra Aykut Kocaman da yenilgiyi fiziksel değil ama mental yorgunluğa bağladı. Bence fiziksel yorgunlukta vardı. Fenerbahçe'nin en önemli parçaları Emre, Gökhan, (bu sezon başında beri) Cristian hatta Mehmet Topuz maçta tel tel döküldüler. 2- Sivas'taki hava şartları: Sivas hem rakım olarak hem de iklim olarak özellikle kış döneminde İstanbul takımlarına zor gelir. İşte böyle bir dönemde Fenerbahçe'nin yakalanması ve saha zemini takımın oyununu etkiledi 3-Alex'in yokluğu: Oynadığı maçlarda gol ortalaması 2,18 çıkarken oynamadığı maçlarda gol ortalaması 1,60 olmuş. Fazla söze ne hacet! 4-Milli maç arası öncesi: Milli takımının en kritik sınavları öncesine gelen Sivasspor maçı hem milli oyuncular için hem de tatil planları yapan diğer isimler için konsantrasyon eksiği yaratmış olabilir diye düşünmüştüm galiba oldu. Tüm bu yazdıklarımın dışında iki etken daha oldu. Beşiktaş maçında penaltı golüne kadar iyi oynayan Sivasspor'un, beklenilenin aksine gayet iyi bir futbol sergilemesi. Diğer faktörde Ziegler'in sakatlanması oldu. Ziegler'in yerine Caner geçti. Böylece hem Caner'in ön alandaki etkinliği kaybedildi, hem de sol bek oynamakta zorlanan oyuncunun takım savunmasına getirdiği zaafiyetler arttı. Zaten 2 gol de Caner'in kanadından geldi.
Tüm bunları alt alta koyunca Fenerbahçe son dönemlerin en etkisiz maçını oynadı. Gol pozisyonu üretmekte sıkıntı yaşadığı gibi Bekir-Yobo ikilisi hariç direnç bile göstermedi. Sivasspor belki Ankaragücü karşısında bile bu kadar rahat pozisyon bulamaz. Artık sarı-lacivertli takımın bunu bir kaza olarak kabul edip önüne bakması lazım. Tek teselli kaybetmeme serisini devam ettirme stresi ortadan kalkmış oldu. Ancak yapılması gereken acil müdahaleler var. Geçen yazıda belirttiğim gibi forvette takım etkisiz kalıyor. Bu alanda açıkları yada skor üretme görevini diyelim her maç başka oyuncu -Caner (Kayserispor), Özer (Mersin İ.Y), Stoch (İ.B.Belediyespor), Alex (Gaziantepspor-Beşiktaş), Cristian (Orduspor-Beşiktaş)- yapınca sorun yoktu ama bu oyuncularda susunca sıkıntı oraya çıkıyor. Devre arasında acil forvet alınması yada Semih'in bir şekilde futbola geri dönmesi lazım. Ayrıca bu maçta mesela geniş çaplı rotasyon yapılabilirdi. Bir de bu maç neden Cuma günü oynandı onu da anlamış değilim.
Söz sözüm Rıza Çalımbay ve Aykut Kocaman'a. Türkiye'nin böyle teknik adamlara ihtiyacı var. Helal olsun. Maç bittikten sonra iki teknik direktör de yayıncı kuruluşa açıklamalarda bulundu. Çalımbay, Fenerbahçe'nin 10 kişi oynadığı Karabükspor maçına değinerek yorgunluğun sonuca etkisi olabileceğini söyledi. Fenerbahçe'yi yendik ezdik gibi şova kaçmadı, doğru neyse onu söyledi. Aykut Kocaman ise neden kaybettik diye açıklamaya başlamadan önce rakip takım "oyununu bize kabul ettirdi, bizden daha iyi oynadı, hak etti" dedi. Ne güzel! bu kadar zor mu bunları söylemek.

31 Ekim 2011 Pazartesi

10'un Yoksa 10'un Var

Dün akşam yine ilginç bir 90 dakika oynandı. Sezon başında yazdığım gibi bu sezon sıradışı bir sezon olmaya devam ediyor. Şükrü Saraçoğlu stadında maçtan önce bu akşam neler olur diye sorulsa, heralde "6.dakikada Alex direkt kırmızı kartla ihraç olur" son sıralarda yer alırdı.
Alex'in erken kırmızı kartı iki takımında oyun planlarını değiştirdi. Aykut Kocaman'ın maç sonunda belittiği gibi Karabükspor ayağa pas yapmayı seven, topla oynama süresi yüksek bir takım. 10 kişi kalan takımlar için en zor rakiptir. Çünkü sizi bol pas yaparak (tıpkı Barcelona gibi) yorarlar. Maç boyunca Karabükspor takımı bunu kapasitesi elverdiği kadar yaptı. Fenerbahçe ise maximum seviyede mücadele etti. Hem ayağına gelen topları en iyisini yapmak için olumlu kullandı, hem de herkes 2 kişilik koştu-mücadele etti. Bu durum başıma gelen bir olayı hatırlattı: Halı saha maçları oynarım fırsat buldukça ve genelde aynı arkadaşlar aramızda mücadele ederiz. Her maça farklı takımlar oluşur. Bazen dengeler bozulur bir takım çok güçlü diğer takım daha güçsüz olur. Genelde güçsüz görünen kadroda rakibini yener. Nedeni şudur: kendini güçsüz hisseden takım maçı daha iyi yaşar, her atağı her topu iyi kullanır, arkadaşına yardım eder, savunmaya geri koşar, laubalilik yapmaz ve eksiğini kapatıp öne geçer. İşte Fenerbahçe takımı da dün akşam bunu yaptı. Özellikle Mehmet Topuz, Caner ve Cristian aldıkları her topu çok iyi kullandı. Hem topu bireysel olarak iyi sakladılar, hem de iyi pas alış-verişleri ile oyunu yönettiler. Bienvenu elinden geldiği kadar topu saklamayı çalıştı. Birkaç pozisyon buldu ve bir tanesini gol yapmayı başardı. Volkan başta olmak üzere savunmada üzerlerine düşeni en iyi şekilde yaptı. Fenerbahçe eksik olmasına rağmen Karabükspor'dan fazla pozisyona girdi. Hep bu maximum konsantrasyon sayesine oldu bunlar. Fenerbahçe'nin 10 numarası ve en önemli silahı Alex oyundan ihraç oldu ama sahada 10 tane herşeyin en iyisini yapmaya çalışan takım arkadaşlarını bıraktı.
Fenerbahçe yerli oyuncularının kalitesi ve Aykut Kocaman'ın sağladığı ruhu ile dün gece yine ligin en iyi takımı olduğunu kanıtladı. 27 maçlık yenilmezlik serisi kolay yakalanmaz. Fenerbahçe'nin şuanda görünen tek eksiği forvet hattında formsuzluk. Alex'in yokluğunda 4-4-2 oynanabilir. Sivasspor maçında Semih-Bienvenu forvet hattı iyi bir deneme olabilir. Sonuçta Alex'siz oynamaya bu takımın alışması lazım. Son sözüm Hakemlere ve Federasyona. Hakemler tıpkı oyuncular gibi üst üste maç trafiğine ayak uyduramadılar sanırım. Formsuz oldukları net olarak ortada. Gaziantepspor'un bu hafta verilmeyen net penaltısı, geçen hafta Trabzonspor'a verilen ilginç penaltı, Galatasaray-Gaziantepspor maçındaki Abdullah Yılmaz faciası ve son olarak Aytekin Durmaz. Alex'e gösterdiği kırmızı kart tartışılır. Bence kırmızı kart ağır karar. Alex'in dirsek atar gibi bir görüntüsü var ama sanki vurmamış gibi yani takdir hakemin. Fakaaat maç boyunca bu kartın etkisini kalması, özellikle Emre'ye kırmızı kart göstermemesi (Emre'nin oyunu bu kadar germeye hakkı yok bence), bir çok sert faulü kartsız geçirmesi ama faul olmayan pozisyonlara kart göstermesi ve ilk yarıda Fenerbahçe gole giderken faul kararı verip akını kesmesi kontrolü kaybettiğinin işaretiydi. Maçın hakemi için "Böyle başa böyle tarak" gibi bir benzetme yaptı önemli bir yorumcumuz. Lafı, hakemlerini televizyonda eleştiren MHK başkanınaydı. Sonuna kadar katılıyorum. Yok Şikeymiş, yok teşvikmiş, yok play-offmuş, yok hafta içi programıymış, yok Şampiyonlar ligi maçı günü derbiymiş, yok sıfır toleransmış, yok oymuş yok buymuş....Sezon başından beri FUTBOLUN İÇİNE ETTİLER, YETMEDİ. ŞİMDİ ETTİKLERİ İLE İSİMLERİNİ DUVARA ALTIN HARFLERLE SIVADILAR.

26 Ekim 2011 Çarşamba

Hem Sarı Hem Kırmızı

Yaklaşık 1 haftadır blogumda maç kritiği yapmadım. Yapmak gelmedi içimden daha doğrusu. Öyle bir zaman geçirdik ki; kim kazanmış, kim kaybetmiş, kim gol atmış, kim kaçırmış önemsiz kaldı. Bu vesile ile kaybettiklerimize Allah(c.c)'tan rahmet, geride kalan vatandaşlarımıza sabır, yaralılara acil şifalar diliyorum. Yardım gecesi ve diğer sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla "insanlığını" gösteren herkese de teşekkür ederim.
Dün akşamki maça geçersek. Galatasaray ile Gaziantepspor ilginç bir maç oynadı Türk Telekom Arena stadında. İlk 4 haftada puan alamayan ardından Abdullah Ercan'ı göreve getiren Gaziantepspor, yeni teknik adamı ile ilk 2 maçında beraberlik almış en sonunda geçen hafta galip gelmişti. Kadro kalitesi ile puan durumundaki yeri ters orantılı olan Gaziantespor karşısında ilk 3 iç saha maçını kazanan Galatasaray bir adımda olsa favoriydi. Fakat maç öncesi tahmin edilenden çok farklı bir 90 dakika oynandı.
Galatasaray'ın sezon başından beri en büyük sıkıntısı yaratıcı oyuncu eksikliği. Maçın kaderini değiştirebilecek oyuncu sayısı az. Bu nedenle de Fatih hoca maça, sakatlıktan yeni çıkmasına rağmen Engin ve Kazım'ı ilk 11'e alarak başladı. Çünkü bu oyuncuların kişisel gayreti olmazsa ne Riera, ne Selçuk ne de Melo oyunu değiştirecek aksiyonları yapamıyor. Engin Baytar, Galatasaray'ın bu sezonki sisteminde çok önemli bir parça. Dripling yapabilen, topu iyi taşıyabilen, aynı zamanda orta sahada pres yapıp top kazanabilen, ne zaman nerde kime nasıl pas verebileceği tahmin edilemeyen Engin sarı-kırmızılı takımın eksik parçasını tamamlayan oyuncu. Benzer yetenek Kazım. Kazım'ın artısı ise aynı zamanda topa iyi vurması. Dün akşam işte yine Kazım'ın kendi hazırladığı akında golü Selçuk İnan attı. Golü bulan Galatasaray dengeli oyunu tercih etti. Gaziantepspor ise ilk haftalardaki dağınık görüntüsünün aksine iyi pas yapan derli/toplu oynuyordu. Riske giren Fatih Terim'e kötü haber önce Kazım'dan geldi. Sakatlıktan yeni çıkan adamı zemini kağıt helva gibi olan sahada oynatınca ancak 15 dakika verim alınabildi. Ardından "cam adam" lakaplı Gökhan Zan sakatlandı ve takım 10 kişi oynarken beraberlik golünü yedi. Tekrar golü ararken önce 2-1 ve ardından Servet'in kırmızı kartı geldi. İşte maçın kırılma anı da bu oldu. Hakem Abdullah Yılmaz genç bir isim, 1978 doğumlu. Servet'e gösterdiği kırmızı kartta aslında karara etki eden yardımcı hakem oldu. Bariz gol şansı var mı yok mu tartışılacak bir pozisyon. Yani pozisyon hem sarı olabilir hem kırmızı olabilir. Hakemin takdir hakkına kalmış bir durum. Fakat Abdullah Yılmaz geçen sezon Volkan Şen'in elle oynamasına vermediği sarı kart (sarı kartı vardı, kırmızı kart görmesi gerekiyordu) ve dün akşam gösterdiği ilk kırmızı kart ile bana ilerde iyi bir hakem olacakmış izlenimi vermedi. En kibarca böyle yazabiliyorum. Galatasaray 10 kişi kalınca sahada nerdeyse savaş başladı. Başta Melo olmak üzere tüm oyuncular rakiplerine sert müdaheleler yaparken aynı zamanda da hakeme itiraza başladı. Dışarıdan anlamsız bir sinirlilik hali vardı ama aslında nedenler netti. Gol bulmakta zorlanan, yaratıcı elemanı eksik takım öndeyken mağlup duruma düşmüş bir de eksik kalınca şarteller attı. Geçen hafta Yunus Yıldırım'ın yönetiminden ağzında kötü bir tat bulunan Galatasaraylı oyuncular teker teker sarı kart görmeye başladı.
İkinci yarıda oyunu dengelemeye başlayan Galatasaray, Sabri'nin kendini aşan top kontrolü ve ardından güzel ara pasında Elmander ile beraberliği buldu. Sahasında durumu 2-2 yapan ve gücünü ekonomik kullanırsa belki galibiyet golünü bulacak takım eksik oynamanın faturasını ödedi. Savunmanın arkasına iyi sarkan Muhammet'in başlattığı atakta golü Orhan Gülle buldu. Beraberlik golünün hemen arkasında tekrar geriye düşünce Galatasaray yine oyundan koptu ve itirazlar/fauller başladı. Sabri sarı kartı olmasına rağmen 2 kez aşırı itirazlarda bulundu. İlk itirazda kartını çıkarmayan Abdullah Yılmaz, 2.itirazda artık dayanamadı ve Sabri'yi de ihraç etti. Tamamen haklı olduğunu düşünüyorum. Sabri'ye ise şunu söylemek istiyorum: "kırmızı kartı gördüğünde takım kaptanıydın, bu maçı kaybettik diye sinirlerine hakim olamadın ama cezalı duruma düşerek hafta sonu da takımı yanlız bıraktın. Profesyonelleşmemiz gerekmez mi artık"
Sonuç olarak Galatasaray ağır bir yenilgi aldı. Henüz yapım aşamasında olan takım için böyle kazalar olacaktır. Play-off sisteminde önemli olan ilk 4'e girmek olacaktır. Hatta geçen sezon yaşanan çok kötü performansın ardından Şampiyonlar Ligi vizesi bile makul karşılanacaktır. Fakat Galatasaray'ın devre arasında takıma bazı eklemeler yapması kaçınılmaz oldu.
Son sözüm Türkiye Futbol Federasyonuna. Galatasaray-Gaziantepspor maçında görevli olduğum için, Trabzonspor-Medical Park Antalyaspor maçını izleyemedim. Maçı takip eden arkadaşlarımın söyledikleri ve özet görüntülerinden nefis bir mücadele olduğunu gördüm. Avrupa'nın en formda golcüsü Burak Yılmaz'ı, çok klas golleri (Deniz ve Ali Zitouni nefis goller atmış) maalesef seyredemim. Zaten sıkışık olan fikstürde bir de saçma sapan bir uygulama geldi. Hafta içi oynacak maçların önündeki ve arkasındaki günlere maç koyulmadı. Aynı gün oynanan maçların en azından saatleri ayrılırsa çok iyi olacak.

20 Ekim 2011 Perşembe

Futbolun Adaleti Varmış

Geçen sezon Dinamo Kiev karşısında hem içerde hem dışarda 4'lük olan Beşiktaş, bu sezon nerdeyse aynı takımla (geçen sezondan Egemen-Edu-Simao farklı) deplasmana geldi. Dinamo Kiev takımı da 1-2 değişiklik ile aynı kadro yapısıyla sahadaydı. Beşiktaş'ın lig maçlarında çok eleştirilen yıldızlarının Avrupa (vitrin) maçlarında daha istekli olacaklarına emindik. Hava güzel, zemin uygundu.
Beşiktaş maçın ilk 15 dakikası geçtiğinde anlaşıldı ki kazanması ufak çaplı bir muzice gerektirecekti. Tıpkı Kayserispor maçında yaşadıkları gibi. Fakat alınacak bir beraberlikte kimseyi üzmezdi. Maçın 10.dakikasında sonra Dinamo Kiev özellikle savunma arkasına atılan toplarla etkili olmaya başladı. Önce Gusev, ardında 2 kere Milevski, ardından Yarmolenko mutlak golleri kaçırdı. İlk yarıda Beşiktaş'ın cılız bir kaç atağı sonuç getirmedi. Yani Edu'nun forvet oynadığı takımda ancak bu kadar hücum edebiliyor. Fanatik Gazatesinde dün yayınlanan ve Dinamo Kiev'i kritik eden yabancı editör: "Dinamo Kiev'in bu sezon bir çok karşılaşmasında oyuncuları yüzde 100 gol olur dediğimiz pozisyonları kaçırdı. Maccabi Tel Aviv ve Stoke City’yle oynanan karşılaşmalarda Dinamo 3 ya da 4 gol daha atabilirdi. Ancak iki maçtan da beraberlikle ayrıldı. Takımın en önemli oyuncularından biri olan Ideye’nin iki maçta 4 golü bulunuyor. Ancak son 10 gündür rakip fileleri havalandırmakta zorluk çekiyor. 60. dakikadan sonra futbolcular sahada yürüyor" açıklamalarını yapmıştı. Sayın Varchak'ın tıpkı aktardığı gibi ilk yarıda net pozisyonları gol yapamayan Dinamo Kiev 58.dakikada Ideye ile inanılmaz bir gol daha kaçırdı. Ardından yorgunluk başladı ve oyundan düştüler. Beşiktaş ise bu fırsatı kullanamadı. Aslında Carvalhal, Edu-Holosko değişikliğini 65.dakika gibi yapsa belki Holosko etkili koşuları ile mucizeyi gerçekleştirebilirdi. Quaresma ve Simao eski maçlarına göre daha iyi oynadılar ama yine de sonuca etki edecek bir gollük pas veya önemli bir şut atamadılar. Ayrıca Beşiktaş'ın en büyük sıkıntılarından biri savunma ile forvet arasındaki uçurum. Edu ile Egemen-Sivok arasında öyle bir mesafe varkı takım 5-0-5 gibi oynuyor. Takım ne hücumda iyi ne savunmada hatta iyi mücadele etmiyorlar desem yalan olmaz. Son dakikada gelen gol ise "futbolun adaleti yoktur" klişesini değiştirdi. Açıkcası Beşiktaş adına da hayırlı oldu. Hem puan alındı diye bazı eksiklerin üstü kapanmamış oldu, hem de zaten bu oyunla Beşiktaş'ın Avrupa arenasında gidebileceği bir yer yok. Geçen sezon gruptan çıkmışlardı ama 2.turda elendiler. Dolayısıyla gereksiz maç trafiği yerine bir an evvel lige konsantre olunur. Not: Mersin zor deplasman, Carvalhal'ın son maçı olabilir. Ersun Yanal boşta :)

17 Ekim 2011 Pazartesi

Aykut Kocaman Kızmakta Haklı

Fenerbahçe dün akşam son haftalardaki ruh halinden çok farklı bir görüntü çizdi. Sezon başında yaşanan malum durumların ardından lige büyük bir öfke patlaması ile başlayan Fenerbahçe özellikle Orduspor, Gaziantepspor ve İ.B.Belediyespor maçlarında oyunu çok sıkı tutmuş, yardımlaşma, takım olma, daha çok istemek gibi olguları mükemmel saha yansıtmıştı. Emre, Selçuk, Gökhan gibi isimler sakatken Niang, Santos, Lugano gibi isimler gitmişken ve kulüp içinde yaşanan durumlar ortadayken Fenerbahçe o haftalarda takdir edilecek işler yapmıştı.
Fakat Fenerbahçe dün akşam özellikle son yarım saatte eski laubali diyebileceğim maçlarında örnekler verdi. Aykut Kocaman özellikle deplasman maçlarında sol açıkta Caner'i oynatarak orta saha ve sol bekine yardımcı olmak istiyor. Özer hamlesi de benzeri bir hamle. Özer 1-0 kazanılan Kayseri deplasmanında da 90 dakika oynamıştı. Aykut Kocaman son deplasmanlarda skor avantajını yakalayıp arkaya yaslanarak işi bitirmek istiyor. Ligin bence kilit noktasına dayanıyor: Gol yememek. (Fatih Terim'de bu noktayı son 3 haftada yakaladı rakibinin arkasına yapıştı) Dolayısıyla Stoch-Dia gibi isimleri ilk 11'de kullanmıyor. Bence de ligimiz için son derece mantıklı bir taktik Ancak işin en güzel yanı Fenerbahçe kadrosunun geniş olması. İşte bunu zamanında hazırlayan teknik ekibe ve yönetime teşekkür etmeleri gerekir. Özer'in sıradışı golü ile skor avantajını yakalayan Fenerbahçe, dağınık-savruk iki stoperi olan Mersin İdman Yurdu karşısında bol pozisyon bulacağını düşünmüştüm. Fakat Alex ve Bienvenu hem istenilen düzeyde değiller, hem de iyi anlaşamıyorlar. Semih zaten kariyerinin en kötü dönemini geçirmese zaten ilk 11 oynar ve bu sorun çözülürdü. Aykut Kocaman'ın bu konuda ilerleyen haftalar için bazı hamleler yapması gerekebilir. Çünkü her takım bu kadar etkisiz olmaz
Mersin İdman Yurdu ise 2.bölgeden 3.bölgeye geçerken çoğalamama sorunu yaşıyor.
Beto, Nduka ve Moritz top taşırken yanlarına yardıma gelen arkadaşlarını bulamadı. Dolayısıyla pozisyona girmeleri ancak duran toplara yada kişisel becerilere kaldı. Bu hale rağmen penaltı pozisyonu, elle atılan ve sayılmayan gol, çizgiden Özer'in çıkardığı top ve Erman'ın iyi ortalayamadığı akını sayarsak duran toptan Fenerbahçe savunması 4 net pozisyon verdi. Savunması uzun oyunculardan kurulu olmasına rağmen sarı-lacivertli takımın bu kadar duran toptan pozisyon vermesi tahammül edilir bir durum değil. Nobre gibi hava hakimiyeti tescilli bir isim olsaydı Mersin golü erken bulurdu. Son dakikada birazda şu ilk paragrafta bahsettiğim konsantrasyon kaybından Beto golü buldu. Bence yine büyük bir takımın yememesi gereken bir gol oldu. Beto öyle çok hızlı, çok çalımlı özel bir oyuncu değil. Aksine kale sahasında gol atma becerisi yüksek bir Brezilyalı. Orta sahadan topu alan Beto'nun önce Yobo'yu ardından Bekir'i geçip gol bulması negatif bir başka nokta oldu Fenerbahçe için. Maçın en ilginç istatistiğine ise Stoch ulaştı. Son yarım saatte forma bulan ve rakibin 10 kişi kalmasıyla birlikte hemen hemen her akında bomboş kalan Stoch 4 net gol pozisyonunda sonuca gidemedi. Bu kadar fırsat ayına gelip bir de son dakikada gol yiyince Aykut Kocaman'da haklı olarak kızdı. Mersin İdman Yurdu golü erken bulsa son dakikalarda şuursuzca yüklense neler olacaktı. Fırsat ele gelmişken atmak gerek. Asıl ilginç olan ise sezona büyük bir haykırış ile başlayan Fenerbahçe'nin 10 kişi kalmış rakibi karşısında bu fırsatları bireysel\şahsi kullanmak yerine garanti kullanması gerekirdi. Stoch neden ilk 11'de forma giyemediğini dün akşam daha evvel bu soruyu soran (bir tanesi de benim) herkese yanıtladı. Daha genç Slovak oyuncu eminim daha iyi olacak ama Fenerbahçe ilk haftalardaki ruhunu kaybederse....

15 Ekim 2011 Cumartesi

Arabanı da Al Git Carlos

Son söyleceğimi ilk söyleyeyim: Beşiktaş takım olmayı beceremediği sürece beyhude sonuçlar ve transferlerle kendini avutur. Sezon başından beri bunu bir kaç kez yazmıştım değişen birşey yok. Kayserispor dün akşamki maçta rahat bir galibiyet aldı. Hem de o Kayserispor son 7 sezonun en kötü ilk 5 haftasını yaşayan 4 puanlı Kayserispor.
Maça siyah-beyazlı takım yıldızlarını sahaya sürerek başladı. Quaresma, Guti, Simao, Fernandes aynı anda sahadaydı. Savunmada İsmail'in alternatifsizliği nedeniyle sol bekte Ekrem, onun boşalttığı sağ bekte ise İbrahim Toraman forma giydi. Şimdi koskoca Beşiktaş'ın hem sağ beki hem sol beki orjinal mevkiisi bek olmayan isimlerden mi oluşmalı. Bu nasıl bir transfer politikası. Madem aldınız Tanju Kayhan'ı güvenin ve oynatın. Karşı takımın sol beki Hasan Ali Kaldırım, Tanju Kayhan'dan 5 ay küçük ama 2 sezondur her maç sahada. Sorun sadece beklerde değil. Takımın bekler dışında kadrosu gayet güzel ama önde oynayan tek forvet sıkıntılı. Ben bu durumu takım elbise giymiş bir adamın altına sandalet giymesini benzetiyorum. Kıyafet çok güzel sadece kolları uymamış ama ayakkabı tamamen alakasız. Edu değil Beşiktaş'ın forveti olmak Bank Asya 1.Lig'de toplam 5 golü geçemez. Başka bir sorun ise Guti. Madem bu adam ilk 11 oynayacak durumdaydı ey Carlos hoca. Neden Gaziantepspor deplasmanında kadro sıkıntısı çekerken oynatmadın? Ama ben bu akşam Guti'nin neden forma giydiğini tahmin edebiliyorum. Milli takım maçları gündemde olduğu için pek yansımadı ama Beşiktaş bu müthiş transfer politikaları! sayesinde maddi sıkıntıya düştü. Guti'yi elden çıkartmak için en azında belli maçlarda oynatıp parlatmaları gerekiyor. Böyle hesaplarla takımın hayalleri, paraları ve büyüklüğü elden gidiyor ama kimse dur demiyor. Zaten Guti sağlam kontratını sezon sonuna kadar öyle-böyle, sakatım-hastayım, 2 maç oynar 3 maç yatar şekilde, meşhur nargile partileri ile bitirir ve sezon sonunda futbolu bırakır. Böylece Beşiktaş o güzel arabanın son sahibi olur :) Beşiktaş'ın bu sıkıntıları bu maçtan önce de vardı. Fakat bu maçta 2 tane defosu daha gün yüzüne çıktı. Haliyle bu durumdaki Beşiktaş'ın maçı kazanması imkansızdı. Nedir o defolar?
1-Takım olmak bir yana, Beşiktaş'ın Portekizli oyuncuları artık hem kendilerine oynuyolar hem de vurdum duymaz oynuyolar.
Fernandes başta olmak üzere Simao ve Quaresma her atakta önce bir çalım atayım sonra pozisyona bakarız düşüncesindeler. Hele Fernandes iyice bırakmış durumda. Ceza sahasının önünde bile çalıma giriyor. Ayrıca orta sahada top kayıpları o kadar artık ki (özellikle 2.yarıda) çıkarken kaptırılan her top kalede pozisyon oldu. Şimdi bu maçta en etkin olması gereken bu üç ismin istatistiklerine bakalım: Quaresma maç boyunca şutu: 0 (evet sayıyla sıfır inanılmaz), Simao maç boyunca şutu:1 attığı şut taça gitti (evet taça çıktı inanılmaz), Fernandes şutu:1. Quaresma orta: 7/1, Simao: 4/1, Fernandes: 5/1. İkili mücadeleden top kaybı üç oyuncu toplam: 11, isabetsiz pas toplam:35 Ancak 3 dakika 35 saniye ile en çok topla oynayan isim Q7. Sorunu anlatabildim sanırım Büyük oyuncu sonuca etki eder. Bakınız Alex: 125 gol, bir o kadar da asist.
2-Carvalhal kenardan maça müdahele edemiyor.
Maça biraz hücumcu ve yıldızlardan kurulu kadro ile çıkan Carlos hoca ilk yarıdan sonucu almak istedi. (Çünkü hafta içi Kiev deplasmanı var ve çok kritik bir karşılaşma olacak) Fakat işler iyi gitmeyince oyuna müdahele de edemedi. Maçın 60.dakikasında sonra çok net ortaya çıktı ki Beşiktaş'ın koşacak hali yok. Orta sahada kaptırılan her topta özellikle Amrabat daha çok sol kanattan, bazen de ortadan Beşiktaş savunmasının içine akmaya başladı. İbrahim Toraman'ın sağ bek orjinli bir oyuncu olmadığı ve bir beke göre ağır kalması nedeniyle ilk golde Amrabat'ı durduramadı. Maç bu dakikadan sonra Guti-Holosko değişikliği ile birlikte tamamen Kayserispor'un kontrolüne geçti. Halbuki Carlos hoca Edu-Mustafa Pektemek, Simao-Holosko değişiklikleri ile daha etkin olabilirdi. Son yarım saatte orta sahada cirit atan Kayserispor hücumcuları daha becerikli olsa fark 3-4 olabilirdi. Aslında İbrahim Toraman'ın burnunun kırıldığı atakta (geçmiş olsun kaptana) bence hakem penaltı vermesi gerekirdi. Bu gol belki maçın en iyi ihtimalle berabere bitmesine yol açardı ama yenilgi beraberlikten daha iyi oldu Beşiktaş için. Kafaları kuma gömmek yerine şapkayı önlerine koymalarını sağlar.
Sonuç olarak ne Edu bu takımın forveti, ne İbrahim bu takımın sağ beki, ne Carlos hoca bu takımın teknik sahibi. Carlos hoca bu takım oyuncusu olabilecek kalitede olan ama kendini dev aynasında görüp oynamayan, takım mağlup iken varyete giren, hatta topuk pası yapan hemşerilerini ha bi de güzel arabasını da alıp gitsin. Böylece formaya hakkını veren (Egemen Korkmaz gibi) isimler oynarda kendine hayrı olmayan takımın belki ülke futboluna katkısı olur.

13 Ekim 2011 Perşembe

Slaven Bilić %51

80'li yılların ortasında Juup Derwall'i takımın başına getirerek devrim niteliğinde bir hamle yapan Galatasaray yönetimi belki de Türk futbolunun çıkışını başlatmıştı. Derwall yönetiminde 14 yıl sonra şampiyon olan Galatasaray'ın teknik direktörü yardımcısı Mustafa Denizli'yi yetiştirecek ve salt başarıyı değil aynı zamanda futbolun gelişimini sağlayacak sistemleri kuracaktı. İşte o Mustafa Denizli ülke futbolunun Şampiyon Kulüpler Kupasında (şimdiki Şampiyonlar Ligi) en büyük başarısını 1988-89 sezonunda yarı final oynayarak yakaladı. Galatasaray ile yani bir Türk takımı ile kupa 1'de en iyi 4 takım arasına giren Mustafa Denizli, maçlardan önce "%51 kazanırız" söylemleri ve 3-0 kaybettiği N.Xamax maçının rövanşı için verdiği "5-0 kazanırız" deyimleri ile görülmemiş özgüvenini yansıtıyordu. Normalda politik konuşan futbol adamlarının "şartlar eşit %50-%50" demesine alışmıştı ama %51'ci Mustafa Denizli, farklı bakış açısını, Türk oyuncusuna güvenini ortaya koymuş bir başarı alıştırması yaşatmıştı. Mustafa Denizli'nin bu başarılarının ardından kısa bir Milli takım serüveni yaşamış akabinde Galatasaray'ın yaptığını Federasyonumuz yapıp Sepp Piontek'i milli takımın başına geçirmişti. San Marino faciaları ve kötü futbol ile eleştirilen Piontek en iyi bildiğini yapıp skor başarısı yerine başarılı sistemini hayata geçirmişti. İşte tıpkı Mustafa Denizli gibi yardımcısı olan ve Ümit Milli takım sorumlusu olan Fatih Terim ustanın açtığı yoldan bu sefer ülke futbolunun o tarihte hiç göremediği bir başarıyı yakalayıp Avrupa Futbol Şampiyonası biletini almıştı. Euro 96 finalleri Türk Milli takımının tarihinde bir ilkti. İlk maç ise Hırvatistan ile yapılacaktı. İşte o Hırvatistan takımında savunmanın lideri Slaven Bilic'ti. Günümüzde Hırvat Milli takımının teknik direktörü olan Bilic aynı zamanda uzun yıllar Almanya ve İngiltere forma giymiş jenerasyonun önemli bir parçasıydı. 1992'de bağımsızlığını yeniden kazanan ülkenin iyi oyuncuları artık Avrupa'nın önemli takımlarına gitmeye başladı. Böylece 25-30 yaş arası ve belli enternasyonel tecrübeye ulaşmış bir jenerasyon ortaya çıktı. İşte bu Hırvatistan, A Milli takımının Euro 96'da ilk oynadığı takım oldu ve Alpay'ın Vlaovic'i düşürmemesi çok tartışılan maçta bize karşı tek galibiyetini aldı. Tarihinde ilk kez katıldığı şampiyona da çeyrek finale kadar gelen ekibin liderleri savunmada Jarni ve Bilić, orta sahada Prosinecki ve Boban, forvet hattında Boksic ve Suker'di. Üst düzey bu oyunculara Asanovic, Soldo ve Stimac gibi isimler katkı sağlıyordu. İşte o takım esas başarısını 1998 Dünya Kupasında yaşadı. Almanya gibi bir devi 3-0 geçerek geldikleri yarı finalde az daha şampiyon olan ev sahibi Fransa'yı da eleyeceklerdi. Tecrübesizliklerinin kurbanı olan Hırvatlar turnuvayı Dünya 3.cüsü unvanıyla bitirmişti. İşte bu takımdan gelen Bilić 2004-2006 arasında Ümit milli takımı çalıştırırken usta Zlatko Kranjcar'ın yanında pişti ve sonunda takımı devraldı. Euro 2008'de Türkiye karşısında hayatının en büyük dersini aldığı turnuvayı çeyrek finalde bitiren takım 2010 Dünya kupasına bizim gibi gidemedi. Fakat onların gidememesi birazda önceki turnuvada safdışı bıraktıkları İngiltere ile aynı grubu düşmelerinden kaynaklandı. Elenmeye rağmen teknik adam istikrarını sürdürdüler. Bilić kaldığı yerden takımını devam ettirdi. Aslında Yunanistan'ın grubunda ben grup liderliği bekliyordum ama onlar bu fırsatı Gürcistan maçında kaçırdı. Buna rağmen 10 maçta 7 galibiyet 1 beraberlik 2 yenilgi ile 22 puan toplayan 18 gol atıp 7 gol yiyen Hırvatistan play-off'a kalan en başarılı takım. Baktığınız zaman başarıları, yaşadıkları, yükselişleri bize benzeyen bir takım. Hatta ilginçtir 4 maç oynanmış iki takım arasında 1 kez onlar Euro 96'da kazanmış, bir kez de biz normalde berabere biten turu penaltılarla atlamışız diğer maçlar berabere bitmiş. Denk kuvvetlerin mücadelesi gibi ama %51 Slaven Bilić. Neden? Öncelikle Dinamo Zagrep dışında tüm oyuncular Avrupa'da oynuyor. Takımın yıldızı Luka Modric. Sezon başında Chelsea'nin çok istediği ama Harry Rednkapp'ın bırakmadığı oyuncu orta sahanın organizatörü. Ama esas adam sağ bek Srna. Darijo Srna hem ülkesinin hem de Shakhtar'ın kaptanı. Sağ kanatta önde ve arkada oynayabilen oyuncunun en önemli özelliği duran topları çok iyi kullanması. Zaten Hırvatistan'ın en önemli silahları duran toplar. Euro 2012 elemelerinde en çok korner atan takım Hırvatistan (75 kez ile) son maçlarında da 2 golü de yan toplardan buldular. Bizim en büyük sıkıntımız, onların en büyük silahı olması büyük sorun. Takımda Srna ve Modric dışında golcü Eduardo, elemelerde takımın en golcüsü Tottenhamlı Kranjcar ve Corluka, Wolfsburglu Mandzukic, Sevillalı Rakitic ve Q.Lyonlu Lovren var. Bilić bu takımın eksiği, artısı neye ihtiyacını olduğunu en iyi bilen adam. Aslında kağıt üstünde dedidiğim gibi kafa kafaya oynamamız lazım ama esas sıkıntı 2006'dan beri iskeleti beraber oynayan oyuncular kurulu bir TAKIM var karşımızda. Bizim en sevmediğimiz şey; rakibin TAKIM olması. En sevmediğimiz bir başka durum ise Yugoslav ekolü. Al bu da onlardan. Hiddink daha önce Derwall-Piontek'in yaşadığı gibi ne oyuna ne de sonuca katkı sağlayamamasının yanında oyuncuların kötü grup performansını da katınca durum umut verici değil. İbreyi rakibe çeviriyor. Bir sıkıntıda rövanş maçının ateşli Hırvat taraftarlar önünde oynanacak olması. Bu durumda tartıya çıkınca ibre %65-%35 gibi görünse de sadece %51. Bu ibreyi düşüren daha düşürecek olan ise "İntikam duygusu". Bilić 4 senedir bu maçı bekliyorum diye bir açıklama yapmış. Bu tarz durumda genelde geri teper. Fazla motivasyon bizi 2006 play-off'unda İsviçre karşısında ne halleri sokmuştu hatırlatırım. Ancak artık millilerimizin biraz kıpırdaması lazım.

11 Ekim 2011 Salı

Azerbaycan Mağlubiyetinin Laneti ( Seri Başı Olamadık )

Öncelikle şu konudan bahsedeyim. Play-off'ta seri başı değiliz. Medyada bazı arkadaşlar tam bakmadan acele ettiler ve yayınladılar ama Uefa henüz güncel katsayıları yayınlamadı. Euro 2012 elemeleri statüsünde gruplarında ilk sırayı alan takımlar ile en iyi 2. takım doğrudan turnuvaya gidiyor. Kalan 8 tane grup ikincisi ise kendi aralarında play-off oynuyor. Play-off kura çekimi öncesi 4 takım seri başı oluyor ve diğer 4 takım ile eşleşiyor. A Milli takım ise seri başı 4 takım arasına giremedi. Uefa'nın sitesinde 07.09.2011 tarihinde güncellenen sıralamaya göre seri başı konumda bulunan takımımız bu tarihten sonra grupta oynadığı 2 maçta 3 puan aldı. Hemen iki sıra altımızda bulunan İrlanda Cumhuriyeti ise 2 maçta 6 puana ulaştı ve kılpayı takımımız geçti. Eğer Azerbaycan maçını deplasmanda kaybetmeseydik dün akşam hem stres olmadan grubu 2.sırada bitirecek hem de seri başı olarak Estonya, Karadağ, Bosna ve Çek Cumhuriyeti arasından seçim yapacaktık. Fakat şuanda rakiplerimiz Portekiz, Hırvatistan, İrlanda Cumhuriyeti ve Çek Cumhuriyeti. İlahi adalet mi demek lazım bilmem ama sonuçta bu turnuvaya gidecekseniz hakkını vermemiz lazım sanırım. Portekiz ve Hırvatistan açıkcası pek şansımızın tuttuğu rakipler değil. Ayrıca kadro olarak üstümüzdeler desem yalan olmaz. İrlanda Cumhuriyetini ise Mustafa Denizli 2000 elemelerinde 1-1 ve 0-0'lık sonuçlarla zor bela elemişti. "İçimizdeki İrlandalılar" deyiminin ortaya çıktığı maçlar sonunda turnuvaya katılan Mustafa Denizli yönetimindeki kadro çeyrek finale kadar gitmişti. Ancak Trapattoni yönetimindeki İrlanda, gruplarını 2.sırada bitiren takımlar arasında en az gol yiyen ekiplerden biri ve 10 maçta sadece 1 kez yenildiler. İtalyan teknik adamın takıma damgasını vurduğu ortada. Eskiye göre daha güçlüler ve 2010 Dünya Kupası play-off'unda Fransa karşısında Henry'nin eli (Tanrının eli) faciası ile turnuvaya gidememiştiler, Kimbilir belki bu sefer Platini amca İrlandalılara torpilde yapabilir. Dolayısıyla İrlanda Cumhuriyeti de iyi bir seçim değil. Böylece dört takım içinde seçebileceğimiz tek rakip Çek Cumhuriyeti kalıyor. Jenerasyon olarak eski günlerini mumla arayan, Baros-Plasil-Rosicky-Cech dışında üst düzey oyuncusu olmayan rakibimiz diğerlerine göre (Azerbaycan karşısındaki futbolumuzu da göz önüne alırsak) en iyi seçim olur. Fakat biz bu grup maçlarındaki futbolu geride bırakıp artık adam gibi oynamamız lazım. Son 1 ayda ne değişir bilmem ama bu takımın turnuvada olması lazım. 2010 Dünya kupasını kaçırdık bu turnuvayı da kaçıramayız. O yüzden hadi Hiddink Çek bir düşeş.

7 Ekim 2011 Cuma

"Büyük" Değilmişsin

Maçtan önce bir yazı yazdım. Ancak yayınlamaktan vazgeçtim. Sadece sosyal paylaşım hesabımdan Ey Guus Hiddink bugün "Büyük" olduğunu gösterme günüdür. Neden özel olduğunu neden bu kadar maaş aldığını ispatlama günüdür diye bir başlık yayınladım. Bugün belki Hiddink beni yanıltır, eskisi gibi "Büyük" olduğunu gösterir ve Almanya karşısında (kaybetse bile) top oynatır diye düşünüp kayıdı yayınlamadım. Çünkü Hiddink'in başarılı olacağına inanıyordum. İşte diyordum, Milli takımın başına gelebilecek en iyi hocalardan biri geldi. Hem milli takım kariyeri, kulüp takım kariyerinde daha ileride bir hoca. Rusya ile Euro 2008'de (rüyalarında görürler bir daha) yarı final, 32 yıl sonra Dünya kupasına katılan Avustralya'yı (play-off'ta Uruguay'ı eleyerek) gruptan çıkarma, Güney Kore ile Dünya kupasında yarı final..vs 2008-09 sezonunda zorda kalan Chelsea'yi getirdiği nokta. (Chelsea ile 23 resmi maçta sadece 1 kez kaybetti, FA Cup aldı, Şampiyonlar ligi yarı finalinde son saniyede Iniesta golü gelmese final ve belki de kupaya uzanacaktı) Barcelona'yı son dönemde durduran 2 hocadan biri.
Hiddink'in gelmesiyle kafamda kurgular yaptım. Duran toptan/kolay gol yeme hastalığımız teşhis edip tedavi eder, ayrılması gereken oyuncular ayrılır, yeni yetenekler kadroya girer, kollektif oyun anlayışı gelir...vs Fakat geride kalan döneme bakıyorum düşündüklerimin yarısı bile gerçekleşmedi. Taksime yakın Kasımpaşa stadında ve Olimpiyat stadında maç izleyen, bazen derbilere gelen, Hollanda da kurduğu ofisten başka bir ülkenin ulusal milli takımını yöneten, kariyeri açısında endişe etmeyen bir portre çizdi Hiddink. Kuralar çekildiğinde Almanya ve Belçika ile aynı grupta olmaktan pek mutlu olmamıştım. Fakat Hiddink yönetimindeki takımın 2.sırada yer almayı garantileyeceği, Almanya karşısında ise kafa kafaya oynayacağını düşünmüştüm. Tıpkı 2010 Dünya Kupası elemelerinde grubumuzda yer alan İspanya karşısında 2 maçta da oynadığımız gibi. Şuanda geldiğimiz nokta şu: son maçlara 3.sırada çıkıyoruz. Rakibimizin Almanya karşısında puan kaybetmesini, bizimde iç sahada Azerbaycan'ı yenmemiz (Belçika yenilirse beraberlikte yeter) gerekiyor. Baktığınız zaman %90 gerçekleşecek bir senaryo. Fakat benim kafama takılan nokta şu: Madem bizim milli takım son maçlara bu senaryo ile girecekti, madem Almanya karşısında 2 maçta da varlık gösteremeyip yarım düzine gol yiyecekti, madem oyunumuz/oyuncumuz üstüne koyacağına geri gidecekti neden biz Hiddink'i takımın başına geçirdik? Neden bu kadar ağır kontratlara imza attık? Çok net biçimde söyleyeyim; yardımcı teknik direktör Oğuz Çetin, hatta Süper Lig'den herhangi bir teknik direktörde bu grupta 14 puan toplardı. Sadece Azerbaycan ve Kazakistan'ı içerde-dışarda yenseniz 12 puan ediyor. Maça gelirsek. 90 dakika boyunca ne oynadığımızı anlayan varsa gelsin bana anlatsın. Berabere kalmak için maça çıktıysak o zaman orta sahayı Sabri ile dinamik hale getirmek yetmez, sert oynamak lazım. Maç boyunca yaptığımız faul sayısı 8. Turnuvaya gitmesi garanti Almanya'nın ise 11. Orta sahada oyun kuramayan 3'lü, savunmada da sert değil. Ha birde bu orta saha içime sinmiyor. Koskoca ülkede, hatta gurbetçileri de sayarsak koskoca milli oyuncu havuzu içinden Aurelio-Sabri-Selçuk orta sahası mı çıkar. Eminim bu bölgede oynayan tüm müstakbel oyunculara bu durum koymuştur. Yani Aurelio oynayacaksa Sabri oynayacaksa ve böyle kaybetceksek Necip Uysal-Gökay Iravul-Emre Çolak oynasın orta sahada yine yenilelim ama bari çocuklar tecrübe kazansın. Orta saha evlere şenlik, hücum hattında sadece Hamit üst düzey. Ne Arda ne Burak daha hala rakibin seviyesinde değil. Bizim Hamit gibi oynayan 11 oyuncuya ihtiyacımız var. Rakip makina gibi ortadan gelmeseler uzun ve ters toplarla etkili oluyorlar. Öyle alışmışlarki 30.dakikada sonra ortadan kısa pasları bıraktılar, diagonal ve ters-uzun paslara yöneldiler. Kalecileri Neuer bile 2 top attı 2 golünde başlangıcı oldu. Hele 2.golde ayağının dışıyla öyle bir pas attı ki kulübedeki Oğuz Çetin'e nazire yaptı. Mesut-Klose gibi ilk 11'in 2 banko oyuncusu yerine Götze-Gomez ikilisi görev yaptı. Değişiklik olmadı. Makine düzeninde işleyen takım özellikle Müller önderliğinde 3 puanı aldı. Çünkü altyapıdan yetişmeyen oyuncuyu A takıma kolay kolay almıyorlar. Jenerasyonu genç milli takımlardan hazırlıyorlar. 26 yaşındaki Podolski milli takımda 90.maçına çıkıyor, bizde Rüştü Reçber-Hakan Şükür-Bülent Korkmaz gibi dev isimler 100 maç oynadı diye plaket alıyor :) Sözü gelmişken Almanya'nın kupa kazanma zamanı geldi. 2010 Dünya kupasında 3.cü oldular, 2008'de finalde İspanya'ya kaybettiler. 2006'da 3.cü oldular, 2002'de finalde kaybettiler. Jenerasyon artık hazırlandı: Schweinsteiger, Lahm, Klose, Podolski önderler. Euro 2012'de çekişmenin 3 tane istim üstünde takım arasında geçeceğini düşünüyorum. İspanya, Almanya ve Hollanda. Bu 3 takım gruplarda henüz puan kaybetmedi. Son hafta maçlarında da puan kaybetceklerini sanmıyorum. Bu 3 takım arasında sıra Almanya'ya geldi. Euro 2012'i favorim panzerler olacak.

3 Ekim 2011 Pazartesi

Kağıt Üstünde Rüştü

Beşiktaş son 23 gündeki 7.resmi maçını dün gece Gaziantepspor karşısında oynadı. Yani Siyah-beyazlı ekip 10 Eylül-3 Ekim tarihleri arasında 3,43 günde bir maç oynamış oldu. Bu 7 maçın 4 tanesini deplasmanda oynadı Beşiktaş ve bu 4 deplasmanda oldukça zordu. Eskişehirspor, Bursaspor, Stoke City ve Gaziantepspor deplasmanları. Hiçbir teknik adam böyle bir seriyi üst üste oynamak istemez. Beşiktaş bu 4 deplasmanda 1 galibiyet 1 beraberlik 2 yenilgi aldı ve 4 puan topladı. Oyun olarak ise bu 4 puanı bile hak etmedi. Deplasmanda 4 puan alan Beşiktaş sahasında ise 3'te 3 yaptı. Sonuçta puan tablosuna bakarsanız 5.hafta sonunda Beşiktaş ezeli rakibi Galatasaray ile aynı puanda, Fenerbahçe'nin ise 3 puan gerisinde. Uefa Avrupa Liginde ise 3 puanla 2.sırada. Tabloya böyle baktığınız zaman KAĞIT ÜSTÜNDE Beşiktaş'ın performansı normal sayılabilir. Benim takıldığım nokta ise başka.
Maç sonunda şöyle düşündüm. Carvalhal'a karşılaşma oynanmadan önce İstanbul'dan gelme maç berabere kabul ediyormusun? diye sorsalar kesin "evet" derdi. Maç boyunca Beşiktaş sanki üç büyüklerden biri değilmişte Süper Lig'in iyi kadrosu olan bir takımı gibi oynadı. Maça ağırlını koyan, büyüklüğünü hisettiren tek isim vardı: Rüştü. Gaziantepspor karşısında maçın başından sonuna kadar her ihtiyaç duyulduğunda sahneye çıkan isim Rüştü'ydü. Gaziantepspor'un teknik direktör değişikliği nedeniyle istekli başlayacağı belliydi. Dolayısıyla Beşiktaş takımından en çok iş düşecek bölge savunma olacaktı. Gerçekten Gaziantepspor baskı kurmak istedi, istek vardı ama oyuncu yapısının elverdiği kadar yüklendiler. Kırmızı kartların gelmesiyle daha da istediler ama her seferinde tecrübeye takıldılar. Beşiktaş'ta sazı eline alması gereken iki isim nerdeyse sahada yok gibiydi. Bu oyuncular Simao ve Fernandes. Simao benim için bu sezon tam bir hayal kırıklığı oldu. Geçen sezonun 2.yarısında gelen yıldız, sezon sonuna doğru form tutmuştu bu sezon için umut vaadetmişti. Fakat bir vites daha ileri gideceğini düşündüğüm Simao 1 vites gerilemiş durumda. Fernandes ise başka bir terane. Maç boyunca orta sahada topu doğru kullanmak bir yana, yakınından geçen rakiplere bile lütfedip müdahele etmedi. Zaten Necip ve Aurelio kreatif yönleri olmayan isimler o zaman iş Mustafa Pektemek ve Holosko'nun yapacağı koşulara ve hatalardan doğacak fırsatlara kaldı. Gerçekten de ilk yarıda Dany'nin hatasında net pozisyon Holosko'nun ayağına kadar geldi ama gol olmadı. Şimdi düşündürücü taraf şu; koskoca Beşiktaş deplasmanda işini şansa mı bırakıyor. Madem bu kadar yıldız geldi bir zahmet maça ağırlıklarını koysunlar, yok yorgunlarsa alternatif isimler oynatılsın o da yok. Guti İstanbul'da kalmış, Quaresma kampa gitmiş, forvet Almeida sakat. Simao ve Fernandes ise formsuz. Hal böyle olunca Gaziantepspor deplasmanında 1 puana seviniyorsunuz Şimdi nerde kaldı bu takımların büyüklüğü. Büyük takım deplasmana gider, oynar kısmetler ayağına kadar gelir atar veya azamaz, goller kaçar top çarpar girer..vs sonuçta kazanamazsınız 1 puana razı olursunuz ama en azında oynarsınız. Quaresma'nın milli takıma gitmesi talihlisizliğinden tutun, transfer politikasındaki hataya, teknik direktör seçimindeki sıkıntıdan tutunda iyi yerli oyuncu eksiğine kadar yönetimin kusurları inanılmaz. Beşiktaş taraftarının önemli bir kesimi bu yabancı transferleri ile belki mutlu oluyor ama beyhude zaferlerle avutuluyorlar. 100.yıl başarısından sonra 8 sezonda 1 şampiyonluk alınmasının nedeni de budur. Takım olmak, jenerasyon yakalamak, omurgayı oluşturmak, iyi yerli-milli oyuncu transfer etmek/yetiştirmek, teknik adam istikrarı yakalamak gibi kavramlar Beşiktaş'a ters :) Gaziantepspor'a gelirsek; bu akşam sahanın kenarında Tolunay Kafkas mı vardı yoksa 96 Trabzonspor takımından arkadaşı Abdullah Ercan mı vardı pek fark etmedi. Takım baskı kurmak istiyor ama öne onyanan orta saha oyuncuları yok. Wagner'i Tolunay hoca anlata anlata bitirememişti ama yaklaşık 20 maçta izledik pek etkisini göremedik. Evet teknik bir oyuncu ama sonucu değiştiremiyor. Geçen sezon rüya gibi sezon geçiren Olcan-Cenk Tosun ikilisinin performansı takımın defolarını örtmüş. Tolunay hoca kısıtlı bir kadro ile mücadele etmek isteyince teknik adam değiştirseniz de oyun pek değişmiyor. Takımın acil bir forvet alması lazım. İstatistikler ortada: 2 golle Gaziantepspor ligin en az gol atan ekibi. Gaziantepspor'un akınları etkileyen iki isim Popov ve Sosa. Onlarda bir yere kadar. 4-2-3-1 sisteminde forvet arkası oynayan oyuncunun takımı iyi yönlendirmesi lazım. Açıkcası ben Abdullah hocanın yerinde olsam sol bek Ivan'ı bu bölgede denerdim. Çünkü takımın en teknik, en kendinden emin, en topu bilen oyuncusu Ivan de Souza. Son sözümde Necip Uysal hakkında. 1991 doğumlu oyuncu 2 sezondur Beşiktaş gibi bir takımda bolca forma giyiyor. Çıktığı günden beri hem yorumcu arkadaşlar hem de Beşiktaş taraftarı Necip Uysal'ı yere göğe sığdıramıyor. Hatta A Milli takıma bile çağırıldı Necip. Fakat ben maç boyunca Necip Uysal'ın ne hücum alanında ne de savunma anlamında etkisini göremedim. Galatasaraylı Emre Çolak, Fenerbahçeli Gökay Iravul hatta son gözde M.P.Antalyasporlu Emrah Başsan bile Necip kadar fırsat bulamıyor ama oynadıkları zaman "bu oyuncularda iş var" diyorsunuz.Fakat Necip'te bir türlü bu ışığı göremedim. Tabi ki genç oyuncular çıksın, forma bulsun, oynayıp tecrübe kazansınlar ama forma giyen isimlerde kendilerini geliştirsinler üstüne koysunlar.

1 Ekim 2011 Cumartesi

KOCAMAN AVCI

Ligin ilk 2 sırasında yer alan namağlup iki ekip dün gece 2.sıradaki takımın sahasında karşılaştı. İkinci yarısını daha çok kabul edersek neden zirvede güreştiklerini herkese gösterdiler. Maçın hakkını verdiler.
Önceki yazılarımda sayın Aykut Kocaman ve ekibinin en sevdiğim yanının rakip kim olursa olsun analiz etmesi ve maç öncesi kafa yorması olduğunu belirtmiştim. Kocaman'ın maç öncesi 11'i açıkladığında şunu gördük. İlk 4 haftada İ.B.Belediyespor'un en işlek tarafı olan kanatlarını kapatma isteği vardı. Yani dersini iyi çalışmıştı. Yeni transferlerden Doka soldan, Visca sağdan İ.B.Belediyespor'un akınlarını geliştiriyor Webo ise golleri sıralıyordu. Kocaman kadrosunda 2 bek özellikli sağ kanat oyuncusu ile öncelikle Doka'nın yolunu kapatmak istedi. Bence de teşhis doğruydu. Çünkü sağ kanatta oynayan Visca öyle ahım şahım bir oyuncu değil-belki daha alışamadı ilerde iyi olur- ama Doka gerçekten tehlikeli bir isim. Kocaman teşhisi doğru koydu ama uygulamayı iyi yapamadı. Sakatlıktan yeni çıkan Gökhan Gönül ön tarafta 45 dakika boyunca sırttı. Hem fiziksel olarak hazır değildi hem de sağ ön tarafta oynamak ona bir numara büyük geldi. Böylece ev sahibi ilk yarı sağ kanattan hiç gelemedi. Fenerbahçe'de ilk yarı tek sorun bu değildi. Ön tarafta Alex ve Semih çok etkisiz kaldılar. Orta alanda Mehmet Topuz-Cristian ikilisi alanı iyi koruyamadı ve 4-3-3 oynayan İ.B.Belediyespor orta sahada cirit attı. konuk ekip ilk yarı 3-4 kez Fenerbahçe kalesine oyuncu sayısı fazla olarak hücum etti. Bu pozisyonlardan birinde Volkan 2 kez kurtarıp maçı çevirdi, bir pozisyonu da Visca kullanamadı. Devreye girerken ibre konuk ekibi gösteriyordu. Fakat 2.yarı Kocaman 2 değişiklik yaptı. Yapılan bu hamleler maçı da kazandıran hamleler oldu. Semih yerine Bienvenu, Orhan yerine Sezer girdi. Fenerbahçe böylece aynı modelde ama daha etkin oyuncularla oynamaya başladı. Sağ bekte Orhan yerine daha çok bindiren Gökhan geldi, Sezer orta sahaya yaklaşıp oyunu kurmada yardımcı oldu, Bienvenu ise Semih'e göre daha çok alan yarattı. Kırılma anı ise Stoch'un golü oldu. Sezon başında beri neden süre alamıyor dediğimiz Stoch geçen sezon attığı golün kopyasını aynı kaleciye ve aynı kaleye attı. Kocaman geçen sezonda kazandığı kritik maçı hatırlayıp Marcin Kus karşısında içe kat eden Stoch ile başlamasının ve ısrar etmesinin mükafatını bu golle almış oldu. Golün ardında bocalayan İ.B.Belediyespor maç boyunca Alex'i sadece bir kez unuttu ve topu ağlardan çıkarttılar. İlk yarı momentumu elinde tutan misafir takım oyundan düştü. Fenerbahçe sol kanattan Stoch ile gelişen atakta 3.golü de bulunca herkes maç bitti dedi. Ancak İ.B.Belediyespor'un ilginç bir istatistiği vardı: tüm maçlarında son 10 dakika içinde gol bulmuşlardı ve hep devre sonlarında gol atıyorlardı. Gerçekten de İ.B.Belediyespor golleri 79 ve 86.dakikalarda Webo ile buldu ve maç bir anda değişti. Son dakikada gelen Fenerbahçe'nin frikik golü ise atan bakımında ilginç oldu. Cristian'ın serbest vuruş kullanacağı ve bu vuruşta gol atacağı aklıma gelmezdi. Biraz baraj hatası da olan gol, maçın kaymağı oldu. Sonuç olarak Fenerbahçe lige çok iyi bir başlangıç yaptı. Kolay değil kulübün yaşadığı olaylar, yeni bir sistem, lige 2 kez hazırlanmak, Şampiyonlar ligi üzüntüsü ve son olarak milli oyuncuların sakatlıklarına rağmen 5 maçta 13 puan bence büyük başarı. Bu başarı da en büyük pay artık yönetiminde önüne geçip bayrağı devralan Aykut Kocaman'dadır. Son 23 maçında yenilmeyen ve bu 23 maçında 21 kez kazanan Aykut Kocaman artık "Kocaman bir Avcı". Avcı demişken Abdullah Avcı'yı da kutlamak isterim. Sürekliği sayesinde sistemini artık iyice oturtan ve eksik yerlerini kapatan Abdullah hoca geçen sezona göre takımın oynayışını da ilerletti. Orta saha oyuncularından daha çok verim alabilecek transferler yapabilirse ve savunmanın kalitesini biraz daha arttırabilirse ilk 4'e girmesine şaşırmam.

29 Eylül 2011 Perşembe

Kim Koydu Bu Direği Oraya? Cevap: Tony Pulis

Beşiktaş grubunun en zor deplasman maçına gitti. Karşısındaki rakip bu sezon Britannia stadında Chelsea ve Manchester United ile berabere kalırken Liverpool'u yenmişti. Bu 3 takıma 270 dakikada sadece 1 gol attırdı. Zaten rakip yıllardır sahasında böyle sonuçlar alıyor. Geçen sezonda sahasında şampiyonluk yarışı yapan 6 takımdan sadece Manchester United'a kaybetmişlerdi. Stoke City savunmayı ön planda tutan, sert oynayan, fiziksel güçle sonuca giden bir takımdır. Bizim ligimizde İ.B.Belediyespor'a benzettiğim bir takım. Tabir-i Caizse "Pis Takımdır". Son 2 sezonda Tony Pulis savunma kurgusunu oturtunca, ön tarafa önemli transferler yapmaya başladı. Bu proje kapsamında milli oyuncumuz Tuncay Şanlı da vardı. Ancak Tuncay anlaşamadığı ama taraftarlarca çok sevildiği Stoke City takımından kulüp transfer rekoru kırarak ayrıldı. Halen kulüp tarihinin en yüksek bedelle transfer olan oyuncusu Tuncay Şanlı'dır. Bu sezon daha da üstüne koyan Tony Pulis forvete Crouch ve Jerome takviyelerini de yaptı. Geçen sezon gelen Walters, Jones ve Pennant ile zaten takımda olan Etheringhton hücumda takımı sırtlıyorlardı, bu 2 takviye hem havadan hem de kontradan alternatifleri arttı. Böyle bir takıma karşı Beşiktaş'ın gol bulacağını pek sanmıyordum. Duran toptan gelebilecek bir golle Stoke City'nin 1-0 veya 2-0 kazanacağını düşünüyordum. Fakat atladığımız bir durumları vardı. Beşiktaş maçı İngiliz takımının Avrupa kupalarındaki 10.maçı oldu. Dolayısıyla ilk dakikalarda rakip bu tecrübesizliğini yaşadı. Beşiktaş tahminimden iyi oynadı. Yardımlaşma, topa sahip olma, istek ve kalite hepsi Beşiktaş takımındaydı. Hilbert'in golü de harika bir zamanda geldi ama Crouch'un golü aksine çok kötü bir zamanda geldi. Beraberlik golü biraz geç gelseydi Beşiktaş belki altın değerinde 1 puanı veya 3 puanı alabilirdi. Ricardo Quaresma'nın 67.dakikada attığı şut direkten dönmeseydi de aynı durum olurdu. Çünkü kalan zamanda Stoke City 2 gol atacak kadar iyi oynamıyordu. Ah o direği kim koydu oraya :) aslında Tony Pulis koydu. Savunma hattında oynayan 4 oyuncudan Huth 191, Shotton 191, Shawcross 183, Upson 185 cm boyunda. Ortalaması 188 cm. Nerden kaleyi denersen dene illa ki bir yerlerinden sekiyor. Kaleci Sorensen 195, forvet Crouch 201, takımda en kısa adamın boyu 176 cm. Boy ortalaması 185 olan bir takım Stoke City. Biz Süper Lig maçlarını izlerken Egemen gözümüze kalıplı bir adam gibi gelirdi. Stoke City kalesine kornerden kafa vurmaya gidince gördükki adamların yanında çocuk gibi kaldı. Beşiktaş'ın 11'inde en uzun adamı kaleci Rüştü 187cm. Geniş kadroda uzunlar Atınç 196, Almeida 191 ve Sidnei 186 cm ama kadroda yoklar. Dolayısıyla böyle 5-6 tane uzun adamı basketbol tabiriyle boxout etmek, kafa vurdurmamak zor oluyor. Adamlar taçları bile uzun atıp bu avantajı kullanmak istiyor. Zaten yediğimiz iki gol de duran toptan oldu. Yani o direkleri sahaya Tony Pulis koydu ama hareketlilerini :)

25 Eylül 2011 Pazar

Yürüyen Beşiktaş, Fenerbahçe İle Puanları Eşitledi

Sezona Eskişehirspor deplasmanında yenilgi ile başlayan Beşiktaş son 11 gün içinde oynadığı 4 resmi maçını da kazandı. Aslında üst üste 4 maç (3 lig, 1 kupa) kazanan takımda herşey güllük gülistanlık olması lazım ama takımın hali ortada. Haftanın ilk günü Ankaragücü'nü, 4.günü Bursaspor'u son günü Medical Park Antalyaspor'u deviren Beşiktaş puanını 9 yaptı. Beşiktaş böylece bu hafta play-off sistemine geçilse Fenerbahçe ile puanları eşitlemiş olacaktı. Beşiktaş 4,5'tan 5, Fenerbahçe tam 5 puanla play-off maçı oynardı. Sahada yürüyen Beşiktaş'ın 4 haftada 9 puan alması gerçekten büyük başarı!. Maça Q7 ve çetesinden sadece 1 üye (Simao) ile başlayan Beşiktaş hafta içi 3 puanı getiren oyuncusu Holosko'yu da ilk 11'e aldı. Oyuncuların dışında Carvalhal sistemde ufak bir değişiklik yaptı. Maça Eskişehirspor karşılaşmasıyla aynı sistemde çıktı. Veli Kavlak hamlesi maçı kazanmak için yapılmış bir hamleydi. Fakat yine yanlış takıma karşı yapılmıştı tıpkı Eskişehirspor maçı gibi. Sanırım Carvalhal rakip takımları tam anlamıyla tanımadığı için bocalıyor. Medical Park Antalyaspor'u takip eden kime sorarsanız sorun en kuvvetli bölgesinin orta sahası olduğunu söyler. Uğur İnceman-Kerem Şeras-İbrahim Dağaşan üçlüsünden ilk ikisi "box-to-box" dediğimiz oyunun her iki yanında da görev yapabilen oyuncular, İbrahim ise ligin tecrübeli ön liberolarından. Ön taraf oynayan Musa-Necati-M.Eren üçlüsü ise geçen sezon oynayan Tita-Necati-Ali Zitouni üçlüsünden savunmaya yardım konusunda daha iyi ama hücum konusunda daha kötü oyuncular. Dün akşam Kerem ve Uğur istenilen düzeyde oynadı ve hem orta sahada topa bastılar hem de ilerde çıkınca pozisyon yarattılar. Beşiktaş bu yüzden 90 dakika boyunca sıkıntı yaşadı. Eğer önde oynayan 3'lü Uğur ve Kerem'e ayak uydursaydı maçtan kesin puan alırlardı. Aslında şu haliyle bile Medical Park Antalyaspor net 7 fırsat yakaladı. Fakat bazen Cenk bazen de beceriksizlik nedeniyle sonuç alınmadı. Beşiktan sonuç olarak 4.haftayı 9 puanla geçti. Fakat ben Bursaspor maçından sonra yazdıklarımın hala arkasındayım. Beşiktaş sürekli deniyor, kadro oturmadı, takımdaşlık oluşmadı. Geçen sezonda ilk 4 haftada 9 puanları vardı ama ilk yarıyı 5.sırada bitirmişti. Carvalhal'ın yapacak daha çok işi var.

22 Eylül 2011 Perşembe

Spor Toto'da Büyük İkramiye Beşiktaş'a Çıktı

Futbol çok ilginç bir oyun. Dün akşam oynanan Bursaspor-Beşiktaş maçının 87.dakikasına kadar birisi maçı Beşiktaş kazanacak deseydi :) Hadi ordan derdim. Fakat Beşiktaş bir tane duran toptan, bir tane de rakip savunmanın konsantrasyon eksiğinden gol bulup büyük ikramiyeyi cebine koydu.
Futbol virtüözü Sergen Yalçın bir çok kez yorumlarında "Büyük takım kötü oynarken de kazanmalı. Zaten iyi oynarken kazanır" açıklamasını yapmıştır. Haklıdır da sezon içinde bazen özellikle deplasmanda büyük takımlar iyi oynamadan da maç kazanmış ve zirve takiplerini sürdürmüştür. Ancak dün geceki görüntüsüyle Beşiktaş bu kadar kolay kurtulamaz. Açıkcası bu kadar aciz, bu kadar organizasyondan uzak, bu kadar şuursuzca oynayan büyük takım olamaz. Yani koskoca Beşiktaş'ın ( özellikle ilk yarının sonlarında ) 10 kişi kalmış Bursaspor karşısında aciz durumlara düşeceğini gözlerimle görmesem inanmazdım. Sayılarla açıklarsam 65 dakika 10 kişi oynayan Bursaspor hem şutlarda (13-10) hem isabetli şutta (8-4) hemde kornerde (7-5) üstünlük kurdu. Quaresma başta olmak üzere Simao ve Edu takıma hiç katkı sağlayamıyor. Bizim ligimiz gerçekten sert ve zor bir lig. Kafalarında kolay sandıkları bu lig'de artık maç kazanmak çok zor. Dolayısıyla istediklerini yapamayınca sinirlenip takımı da yanlız bırakıyorlar. Aslında Quaresma'nın oyun dışında kalması takımın olumlu top kullanmasında ve paslaşmasında daha faydalı oldu. Sezon başından beri Beşiktaş maçları hakkında yazıyorum. Takım olamadıklarından bahsetmiştim; dün akşam bu açıkca ortaya çıktı. Bekleri ne savunma ne de hücumda çok iyi dedik; Ekrem döküldü, İsmail ise hücumda iyi savunmada yine vasattı. Saçma stoper transferleri yaptı dedik; işte Carlos hoca 2 gol attı diye Sidnei oynatma sevdasına düştü ve İsmail'i öne atıp Egemen'i sol bek yaptı. Quaresma ve Simao gibi 2 büyük kanat oyuncusu var ama sonuca etki etmiyorlar dedik; dün akşam bırak katkı sağlamayı takımı da yanlız bıraktılar. Mustafa Pektemek ve Holosko gibi önemli 2 oyuncu var mutlaka kullanılmalı dedik; Holosko sezonun kaderini değiştirecek bir gol attı. Şimdi artık Beşiktaş'ın bu galibiyete rağmen şapkasını önüne koyup ne yapması gerektiğini düşünmesi lazım. Beşiktaş bu kadro yapısı, bu kafa yapısı ile ilk yarıyı ancak 5.sırada bitirir sonra yine 17'de 17 yapacağız, yok olmadı Türkiye kupasını kazanırız demeye başlar. Benden yazması :)

20 Eylül 2011 Salı

Son Yılların En Garip Sezonuna Hoşgeldiniz!

Başlığımı "son yılların en garip sezonuna hoşgeldiniz" diye attım. Çünkü yaşım itibariyle 88-89 sezonundan öncesini bire bir takip edemedim. Aslında lig tarihinin demek isterdim ama bilmediğim sezonlar hakkında ahkam kesmeyeyim. Açıkcası dün akşam gördükki hafta içi fikstürüne ne oyuncular, ne hakemler ne de taraftarlar hazır değil. Hal böyle olunca ilk 18 haftalık periyotta yani Ocak ayına kadar kimin kimi nerde yeneceği belli olmaz Play-off sistemi, elemeli Türkiye kupası maçları, hafta içi fikstürü, sezon başındaki şike iddiaları ve sadece bayanların takip ettiği maçları ile bu sezon unutulmayacak. Seyircisiz oynama cezasının, dün akşam gibi sadece kadın ve çocukların girebildiği halde çekilmesi bence ilginç ve hoş bir uygulama oldu. Ancak maçı televizyondan izleyenler vuvuzela benzeri bir çığlık bombardımanına tutuldu, bu kısmını düzeltmemiz gerekebilir :)
Maça gelirsek üst üste maç trafiğinde geçen sezondan kadrosunu çok değiştirmeyen, sistemini bozmayan takımlar başarılı olacak. Bu alanda ligin en iyi takımları Fenerbahçe, İ.B.Belediyespor, Manisaspor ve Bursaspor. Fenerbahçe ilk hafta Orduspor'u yenerken iyi oynamamış ama sistemi ile maçı kazanmıştı. Gaziantepspor deplasmanında Alex'in ekstra oyunu dışından maça derbi gibi konsantre olmalarının da katkısıyla kazanmışlardı. Bu 2 maçın ışığında herkes Manisaspor karşısında Fenerbahçe'nin rahat kazanacağını düşünüyordu. Fakat maç hiç de öyle olmadı. Açıkcası Fenerbahçeli oyuncular bugün son 20 dakikalık kısmı atarsak nerdeyse maça gelmemiş gibiydi. Önde oynayan Semih, kaptan Alex, Cristian ve Yobo'nun hiç alışık olmadığımız bir performansı vardı. Manisaspor ise aksine oldukça iyi organize olan, ayağa pas yapan, akıcı oynayan ve golü düşünen bir yapıdaydı. Nizamettin oyun dışında kalıncaya kadar hem şutta (10'a 5) hem topla oynamada (%53'e %47) üstün olan taraf Manisaspor takımıydı. Fenerbahçe ise iyi savunma yaptığı sahasında bir kontra atakta golü bulmuştu. Fakat Manisaspor geçen sezondan beri birlikte oynayan kadrosu ile inat etti ve golünü attı. Murat Erdoğan 7-8 yaş genç olsa transfer sezonunun en gözde isimlerinden biri olurdu :) Fenerbahçe'nin orta sahasını oluşturan 3 kritik isim Emre-M.Topuz-Selçuk üçlüsü, takımı ileri taşıyan Gökhan Gönül'ün yokluğu bir mazeret olabilir ama 10 kişi kalmış Manisaspor karşısında 1-0 öndeyken puan kaybeden takımı Aykut hocanın gözden geçirmesi gerek. Son 20 dakikalık baskıyı yapabilen takımın (hatta golü de buldular ama hakem net golü ofsayt gerekçesi ile vermedi) ilk 70 dakikada olsa olsa mental bir sıkıntısı olduğunu düşünüyorum. Bu sıkıntı maça konsantre olamamak mı?, maçı çantada keklik görmek mi?, yorgunluk mu? artık top Aykut hocada. Ayrıca maç içinde anlayamadığım iki noktada oldu. Bu kadar orta saha eksiği yaşayan Fenerbahçe takımında Sezer ve Stoch neden oynamadı anlayamadım. Orta sahanın kırılgan yapısında çekindiği için olabilir 80.dakikada oyuna Orhan Şam girdi. Açıkcası 80.dakikada yedek kulübesinde oturan kaleci Mert hariç 4 oyuncudan en son oyuna girmeyi düşünen isim Orhan Şam'dır. Ancak oyuna Sezer, Stoch ve Uğur Boral yerine Orhan girdi. Bence Sezer hamlesi son 10 dakika için yapılabilirdi. Stoch ise bu kadar sakat varken oynama şansı bulamıyorsa sanırım devre arasında veya sezon sonunda takımdan ayrılacaktır. Hem Trabzonspor hem de Fenerbahçe karşısında 10 kişi kalmasına rağmen geride gelip puan almayı başaran Kemal Özdeş'i kutlamak lazım. Maçı iyi okuyan ve yerinde değişiklikler yapan Kemal hocanın çizgisini devam ettirmesini diliyoruz.

19 Eylül 2011 Pazartesi

85 Dakika Edu:0 - 33 Dakika Mustafa:1

Beşiktaş uzun bir aradan sonra sahasında ilk lig maçına çıktı. Maccabi maçında taraftarıyla buluşan Beşiktaş bu maçın verdiği moralle sahaya çıktı. Carvalhal bu maçta gösterdi ki sezon boyunca takımda bol bol rotasyon olacak.Sivok yerine Sidnei ile maça başlayan Portekizli stoperinin 2 gol atacağını ve maçı kazandıracağını heralde tahmin etmiyordu. Beşiktaş'ı izleyince bozuk plak gibi hep aynı şeyin tekrar ettiğini görüyosunuz. Quaresma kişisel becerisi ile topu getiriyor, ya orta yapıyor arkadaşına gitmiyor ya orta yapıyor ama golcüler iş yapamıyor yada doğrudan kaleyi deniyor ama sonuç gelmiyor. Quaresma-Simao-Fernandes hatta bunlara İsmail ve Aurelio da katılabilir böyle bir grup top getiriyor ama forvetler sonuç alamıyor. Edu ilk yarıda net fırsatlar yakaladı ama bu seferde golü bulamadı. Böyle kadrosu olan bir takımın tek forvetinin bu kadar kalitesiz olması aklı almaz. Edu şu haliyle Bundesliga'da Nürnberg, Mainz hatta Augsburg'da bile zor oynar. Carvalhal torpilli golcüsü Edu'yu 85 dakika sahada tutarken, 57.dakika (beraberlik golünün de etkisiyle erken girdi)Mustafa Pektemek'i oyuna soktu ve golcü son dakikada işini yaptı. Daha önce de golü iyi kokluyor diye yazdığım Mustafa Pektemek 33 dakikada Edu kadar gol pozisyonuna girdi ve golünü de attı. Sezon başında Beşiktaş muhabirleri idmanlarda duran top çalışıldığından defalarca bahsetmişti. 2006 Dünya Kupası sonrasında yapılan bir araştırma da duran topların futboldaki önemini yine gözler önüne seriyor: Atılan gollerin yüzde 37’si duran toplar neticesinde gerçekleşti. 2010 Dünya Kupası’nda ise atılan toplam 145 golün 41’i, yani yüzde 28,3’ü (penaltı atışları hariç) duran top organizasyonları sonucu oldu. Almanlar başta olmak üzere duran topları iyi kullanan takımlar/ülkeler her zaman başarılı olur. Beşiktaş'ın duran top çalıştığını duyunca helal olsun demiştim. Çalışmanın karşılığı olarak 3 iç saha maçında 4 duran top golü geldi. Hocayı kutlamak lazım. Sonuç olarak Beşiktaş kazandı ama ligin en dökük takımı karşısında bile bu hale düşüyorsa diğer maçlarda ne yapacak? Bu akşam bir kez daha gördük ki kolay maç yok. Banko maç yok. Dolayısıyla yıldızda olsa çözüm Quaresma-Simao ikilisinin takım savunmasına daha çok yardım etmesi ve Mustafa'nın hatta Holosko'nun daha çok dakika almasıyla bulunabilir. Her zaman STOPERİN maçı kurtarmaz.

16 Eylül 2011 Cuma

ALEX'İN 3 YÜZÜ

Fenerbahçe takımını, teknik ekibi ve camiayı alınan 2 galibiyet için kutlamak gerekir. 3 Temmuz sabahında başlayan tramvanın ardından 2 kez sezona hazırlanan, son 1 haftaya kadar hangi lig'de oynayacağı bile belli olmayan, Şampiyonlar ligine katılmamanın üzüntüsü üzerine önemli bazı oyuncuları kaybeden takımın performansı merak konusuydu. Böyle bir ortamda ilk 2 lig maçını kazanmak önemli. Gaziantepspor galibiyetinin bir başka önemi ise ayrılan oyuncuların dışında Emre, Gökhan, Serdar ve Orhan gibi isimlerinde görev yapmamasıydı.Üstüne üstlük Mehmet Topuz da sakatlanıp çıktı. Ancak Uğur Meleke'nin Orduspor maçı sonrası yazdığı gibi Fenerbahçe bu maçta omurgasını bozmayarak kazandı. Omurganın etrafındaki oyuncularda kazanmayı isteyince sonuca gittiler. Omurganın en nadide parçası ise kaptan Alex.
Alex, Fenerbahçe kariyerinin 300.resmi maçına çıkarken 3 farklı yüzünü de Gaziantepspor karşısında sergiledi. İlk golde klasik Alex'in yıllardır seyrettiğimiz sinsi yüzü vardı. Yine gole kadar nerdeyse sahada mı değil mi belli olmayan bir tarzda oynarken sinsice girdiği kale sahasında takipciliğini konuşturup golünü attı. İkinci golde ise hiç görmediğimiz haykıran yüzü vardı. Dar açıdan seken topa öyle bir vurdu ki sanki son 2 ayda yaşadığı stresin acısını toptan çıkardı. Asıl garibime giden ise görmediğimiz bir gol sevinci yaşadı (saçma sapan filelere asıldı, düştü) nerdeyse fileleri tırmaladı Aykut Kocaman'ın taktik değişikliği sonrası yeri değişti. Barcelona'nın oynadığı sol ve sağ kanatta forvetler Messi tek başına ortada sistemini oynamaya başladı. Bu dönemde nefis bir ara pası ile Bienvenu'yu kaçırdı ve penaltıyı kazandırdı. Ancak son 4 yılda hiç kaçırmadığı penaltıyı bu sefer direğe vurdu ve bu sefer şaşkın yüzünü gördük. 300 maçta 155 gol atan Süper Lig'de 124 gole ulaşan Alex hocasını yakalamasına 16 gol kaldı. Ortalaması 0,52 olan Alex bu ortalama ile oynarsa 32 maç sonra yani lig sonunda rekora ortak olacak. Açıkcası rekoru kırmasa da heykeli dikilecek yerin artık seçilmesi gerekiyor.
Son paragrafı Teknik direktör Aykut Kocaman'a ayırdım. Sayın Kocaman gerçekten takdiri hakediyor. Takımı bu kadar hazır hale getirerek, gidenlerin yerini mümkün olduğu kadar en iyilerle doldurarak, İstatistik ve rakip takım analizine bu kadar önem vererek, kafa yorarak ve Dünya futbolundaki gelişmeleri takip edip uygularak birçok yabancı hocaya canlı ders vermektedir.

15 Eylül 2011 Perşembe

Papatya Falı!!!

Beşiktaş'ın hali tıpkı papatya falı gibi. Bir gün seviyor, bir gün sevmiyor. Eskişehir deplasmanında tabir-i caizse tel tel dökülen Beşiktaş, sahasında oynayınca başka oluyor. Dün geceki iyi görüntüye rakibin katkısı da yadsınamaz.
Maça Eskişehir deplasmanında başlaması gereken 11 ile başlayan Beşiktaş golü de erken bulunca keyif verdi. Neden Eskişehir deplasmanında başlaması gereken 11 dedim? Çünkü hoca Eskişehir'de bir hamleyi hatalı yaptı. 4-2-3-1 oynamak ve Veli Kavlak'tan Guti Hernandez yaratmak gibi bir caba içine girmeseydi sonuç belki farklı olurdu. Çünkü Eskişehirspor deplasmanı zorluk derecesi ve aynı zamanda sertlik derecesi en yüksek 3 deplasmandan biri. Dolayısıyla orta sahada özellikle savunma önünde oynayan isim Fernandes değil Aurelio olmalıydı. Açıkcası hatasını gören hoca bu sefer Fernandes-Aurelio-Necip orta sahası ile 4-3-3 sisteminde maça başladı. Avrupa kupası maçı için doğru bir tercihtir. Semerisini de gördüler.
Bence bu kadro yapısında artık Guti ve Ernst'in forma giyme şansı sadece sakatlık ve cezalıların fazlalığına kaldı. Aurelio asist ve golle süslediği performasıyla, Necip gençliği ve yerli statüsünde oynaması ile Fernandes teknik kapasitesi ile yerlerini garantiledi. Normal şartlarda önde oynayacak isimlerde Simao-Almeida-Q7 olacak. Böylece geride İsmail-Egemen-Sivok-İbrahim Toraman dörtlüsü kalıyor. Şu haliyle tek eksik İbrahim Toraman'ın yerinde iyi bir sağ bek alınması ve İsmail'in alternatifi diyebilirim. Tanju Kayhan hamlesi ve Hilbert-Ekrem Dağ alternatifleri nispeten bu sorunları çözer.Sonuçta bu takım gruptan çıkma şansını sonuna kadar zorlayacaktır. Ancak hala Beşiktaş hakkında fikrim netleşmedi. Ne zaman iyi olurlar ne zaman kötü olurlar tam kestiremiyor.
Son olarak içime dokunan bir noktaya parmak basmak istedim. Şimdi maçın son 33 dakikasında yeni transfer Edu oynadı. Edu son golü attı atmasına da toplamda 15 kez topla buluşmuş, 3 şut atmış. Bu oyuncu 1981 doğumlu yani 30 yaşında. Kariyerine bakıyorum doğru dürüst 30 maç oynadığı sezonu yok. Maçta da gördük ki çok ağır bir oyuncu. Şimdi senin elinde Mustafa Pektemek gibi bir cevher varken önüne Edu gibi bir enkaz neden alınır? Aklım almıyor. Mustafa 1988 doğumlu yani 23 yaşında. Gol vuruşu ve golü koklama yeteneği sayesinde Beşiktaş'a geldi. 2,5 sezonda 70 maç oynayıp 25 gol atmış bir yetenek. Şimdi bu oyuncu Beşiktaş gibi bir takımda 4 dakika oynarsa mı üstüne koyar 33 dakika oynarsa mı? Yahu arkadaşlar sonrada A Milli takımda oynatacak oyuncu bulamıyoruz diyoruz. Efendi oynatmıyorsun ki bulasın.

14 Eylül 2011 Çarşamba

FİRAR ( Bölüm: 2 Sayfa: 28 Gol: Celutska )

Maçtan önce Gasperinin 3-4-3 taktiği ile çıkıp çıkmayacağını düşünürken gazetede okuduğum bir haber fikrimi değiştirdi. Başkan Moratti'nin yeni teknik direktörüne Azizsilin vari bir şekilde dörtlü savunmaya geçmesini ve eski taktiği 4-3-1-2 ile oynamasını istediği söylentileri vardı. Gerçekten de maça Gasperini bu sistemle çıktı. 3-4-3 taktiğine ve son Palermo maçı sonucuna göre kafamda tek farklı bir Inter galibiyeti vardı. (Bu düşüncem de takımın en güvenilir iki isimden biri olan Eto'o ustanın ayrılmış olmasının da büyük etkisi vardır)
Öncelikle şunu belirteyim. Trabzonspor eline geçen bu fırsatı çok iyi kullandı. Çünkü sahada dosdoğru düdük çalan gayet iyi bir hakem, fiziksel olarak rakibinden daha üstün bir Trabzonspor ve son yıllarda yakalanmayacak kadar formsuz bir dev vardı. İlk yarıda kaleye gitmeyi başaramayan ve bireysel hatalardan 2 net gol pozisyonu veren Trabzonspor 2.yarıda ise bambaşka oynadı. Her alanda yardımlaşan, çoğu kez doğru ilk hamlelerde bulunan ve isteyen taraf temsilcimizdi. Tolga Zengin en kritik anlarda 2 iyi hamleyle golleri önledi. Bir kaç maçtır iyi oynayan Halil Altıntop bence bu maçta da başroldeydi. Tekniğini mücadelesi ve tecrübesiyle birleştirdi ve kimi zaman sol kanat savunucusu kimi zaman hücum organizatörü kimi zaman gol ayağı ( atılan golde direkten dönen şutu gibi) olarak hizmet verdi. Diğer göze batanlar Colman ve Zokora oldu. İkili göbeği iyi kapattı ve savunma alanında etkili oynadılar.
Büyük Usta İlker Yasin dizinin reklamını müthiş yaptı. Trabzonspor, Guiseppe Meazza stadından fırsatı tepmedi, 28 numaralı oyuncusu CELUTSKA'nın golüyle 28 yıl sonra FİRAR etti 3 puanı cebe indirdi, TOLGA'ya ZENGİN oldu. Ancaaak bir başka ilki gerçekleştiren ŞL'de ilk grup maçında galip gelen ilk Türk takım olan Trabzonspor güven veren bir temsilcimiz değildir. Deplasmanda D.Kiev'i 2-1 yenip sahasında inanılmaz bir şekilde 2-0 kaybederek elenen, deplasmanda 0-0 berabere kalıp sahasında 1-1 berabere kalarak kupa dışında kalan, adı sanı duyulmamış takımlara son yıllarda boyun eğen Trabzonspor bu galibiyete rağmen gruptan çıkamazsa ŞAŞIRMAYIN.

11 Eylül 2011 Pazar

OLMUYOR BEYLER OLMUYOR!!!!

Sezonun ilk haftası Fenerbahçe-Orduspor maçı hariç geride kaldı. İzlediğim 4 maçın sonunda şunu gördüm ki sezona en hazır takım Bursaspor görünüyor. Bursaspor sezonu Avrupa kupası maçları nedeniyle erken açmasının ve disiplinli bir ekibe sahip olmasının faydasını gördü. Açıkcası maçını izlerken ilk dikkat çeken özellikleri yeni transferleri oldu. Kupa maçlarında da etkisini gösteren Alfred N'Diaye geleceğin yıldızlarından biri olacaktır. Tam bizim lige göre bir oyuncu. Ayrıca yeni gelen Basser, Adem Koçak ve bugün oynamayan Sestak takıma büyük güç katacaktır. Forvet hattında oynayan hem Bangura hem de Tagoe ilk intibaa olarak sıradaşı oyuncular değiller ama mutlaka ilerde katkı sağlayacaktır. Şimdi şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Sayın Sercan ve Volkan kardeşlerim. N'oldu kaybeden Bursaspor mu oldu? siz mi? Sercan son 20 dakika oynadı. Volkan ilk 11 başladı 2.yarının başında çıktı. İki oyuncu da toplamda net bir tane bile pozisyon bulamadı, ne bir asist ne bir etkili akın yapabildiler. Beyler yerinizi Ertuğrul hoca doldurdu, siz şimdi kazandığınız milyonların hakkını verin de zor durumda kalmayın. Kendinizi geliştireceğinize başka işlerle uğraşınca ülke futbolunun hali de böyle oluyor.
Dört büyüklerden en avantajlı takım Trabzonspor'du. Ancak bordo-mavililer bunu kullanamadı. Çok fırsat kaçtı. Açıkcası yapılan bol transferler ve giden-gelen oyuncu sayısının fazlalığı durumu net biçimde açıklıyor. Maç öncesi yazdığım kayıtta haklı çıkmak gurur veriyor. Beşiktaş'a gelince 10 tane yeni transferden sadece 2 tanesini ilk 11'de oynatan zihniyetin zaten başarılı olması beklenemezdi. Bu transferleri kim yaptı neden yaptı akıl alır gibi değil. Takımın sağ beki yok, sol bek alternatifi yok ama 6 tane stoperi 7 tane kanat oyuncusu var. Kanat oyuncuları dünya çapında ama isabetli ortaları yok, kaleye isabetli şutları yok Hal böyle olunca Eskişehirspor gibi zor bir deplasmanda duvara çarptılar. Hala yok kaptan kim olacak yok Guti neden oynamadı gibi boş işlerle uğraşacaklarına ideal kadroyu hazırlayıp biran evvel "takım olmayı" becermeliler. Bi sözümde Batuhan'a. Aynı Sercan ve Volkan için söylediklerim Batuhan içinde geçerli. Bak arkadaşım attığın golün senin boyunda ve fiziğinde "Dünyada" atabilen oyuncu sayısı bir elin parmakları kadar! Sen bu büyük yeteneği yok etme, Skibbe hocanın kiymetini bil. Kris Boyd gibi bir forvet varken sana şans verdi. Demekki seni oynatacak. Bunu iyi kullan, sen bu ülkenin geleceği olabilirsin
Gelelim Galatasaray'a :) Açıkcası hafta başında dört büyük takımın kadrolarını (tahmini olarak) tahtaya yazınca durumları aşağı-yukarı ortaya çıkmıştı. Galatasaray çok iyi transferler yaptı diye bir görüş vardı ama kadroyu yazınca aslında vasta üstü bir kadroya ulaştıklarını gördük. Fatih Terim 4-3-3 oynamak istiyor ama 4-3-3 için oyuncuların bu sisteme uygun olması lazım. Bu nedenle gazetelerde okuduğumuz "Podolski" ismi taktik tahtasında yazıyordu. Gerçekten Podolski transfer edilse sistemin en nadide parçası olacaktı. Ancak Alman oyuncu gelmedi. Yerine gelen Riera'da 2 gömlek geride bir oyuncu. Dolayısıyla 4-3-3 için Galatasaray'ın kadrosu yeterli değil. Bu nedenle zaten Fatih Hoca, Belediyespor maçında Eboue'yi sol açık oynattı tabiki verim alamadı. Engin Baytar, Sercan ve Riera transferleri Galatasaray için beyhude transferler oldu. Maçı çevirebilecek ( bir Alex, bir Hagi, bir Kewell.. vb ) tarzda bir oyuncusu yok. Oyuna ağırlını koyacak, arkadaşlarını motive edecek bir isim yok. Haliyle Galatasaray'ın işi bu sezonda zor olacak. Son olarak şunu söyleyeyim. Abdullah Avcı'ya helal kere helal olsun Forvet hattında oynayan 3 tane oyuncusu (İ.Akın, İskender ve Tum) kaybettikten sonra kısa zamanda aldığı oyuncular 10 numara. Zaten forvet Pierre Webo'nun ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu Mallorca macerasından biliyorduk. Maça sol kanatta başlayan Doka çok etkili bir isim ve böyle devam ederse ligin en iyi transferlerinden biri olacak. Boşnak Visca da hem hızı hem de fırsatcılığı ile çok can yakar. Şimdi Beyler adam 5 sezondur bu lig'de özellikle dört büyüklerin canını okuyor. Her maçı analiz ediyor, araştırıyor, sistemine göre bakın çok önemli sistemine göre uygun oyuncu seçiyor. Takımın dengesini bozmuyor. Siz napıyorsunuz? Aldıklarınıza gereksiz para verirken bir de oynatmıyorsunuz, sonra Can Aratla, Ekremle, Efeyle, Serdarla, Alperle, Simpsonla, Hüseyinle bir takım geliyor puanları kapıp gidiveriyor