Dün akşam yine ilginç bir 90 dakika oynandı. Sezon başında yazdığım gibi bu sezon sıradışı bir sezon olmaya devam ediyor. Şükrü Saraçoğlu stadında maçtan önce bu akşam neler olur diye sorulsa, heralde "6.dakikada Alex direkt kırmızı kartla ihraç olur" son sıralarda yer alırdı.
Alex'in erken kırmızı kartı iki takımında oyun planlarını değiştirdi. Aykut Kocaman'ın maç sonunda belittiği gibi Karabükspor ayağa pas yapmayı seven, topla oynama süresi yüksek bir takım. 10 kişi kalan takımlar için en zor rakiptir. Çünkü sizi bol pas yaparak (tıpkı Barcelona gibi) yorarlar. Maç boyunca Karabükspor takımı bunu kapasitesi elverdiği kadar yaptı. Fenerbahçe ise maximum seviyede mücadele etti. Hem ayağına gelen topları en iyisini yapmak için olumlu kullandı, hem de herkes 2 kişilik koştu-mücadele etti. Bu durum başıma gelen bir olayı hatırlattı: Halı saha maçları oynarım fırsat buldukça ve genelde aynı arkadaşlar aramızda mücadele ederiz. Her maça farklı takımlar oluşur. Bazen dengeler bozulur bir takım çok güçlü diğer takım daha güçsüz olur. Genelde güçsüz görünen kadroda rakibini yener. Nedeni şudur: kendini güçsüz hisseden takım maçı daha iyi yaşar, her atağı her topu iyi kullanır, arkadaşına yardım eder, savunmaya geri koşar, laubalilik yapmaz ve eksiğini kapatıp öne geçer. İşte Fenerbahçe takımı da dün akşam bunu yaptı. Özellikle Mehmet Topuz, Caner ve Cristian aldıkları her topu çok iyi kullandı. Hem topu bireysel olarak iyi sakladılar, hem de iyi pas alış-verişleri ile oyunu yönettiler. Bienvenu elinden geldiği kadar topu saklamayı çalıştı. Birkaç pozisyon buldu ve bir tanesini gol yapmayı başardı. Volkan başta olmak üzere savunmada üzerlerine düşeni en iyi şekilde yaptı. Fenerbahçe eksik olmasına rağmen Karabükspor'dan fazla pozisyona girdi. Hep bu maximum konsantrasyon sayesine oldu bunlar. Fenerbahçe'nin 10 numarası ve en önemli silahı Alex oyundan ihraç oldu ama sahada 10 tane herşeyin en iyisini yapmaya çalışan takım arkadaşlarını bıraktı.
Fenerbahçe yerli oyuncularının kalitesi ve Aykut Kocaman'ın sağladığı ruhu ile dün gece yine ligin en iyi takımı olduğunu kanıtladı. 27 maçlık yenilmezlik serisi kolay yakalanmaz. Fenerbahçe'nin şuanda görünen tek eksiği forvet hattında formsuzluk. Alex'in yokluğunda 4-4-2 oynanabilir. Sivasspor maçında Semih-Bienvenu forvet hattı iyi bir deneme olabilir. Sonuçta Alex'siz oynamaya bu takımın alışması lazım. Son sözüm Hakemlere ve Federasyona. Hakemler tıpkı oyuncular gibi üst üste maç trafiğine ayak uyduramadılar sanırım. Formsuz oldukları net olarak ortada. Gaziantepspor'un bu hafta verilmeyen net penaltısı, geçen hafta Trabzonspor'a verilen ilginç penaltı, Galatasaray-Gaziantepspor maçındaki Abdullah Yılmaz faciası ve son olarak Aytekin Durmaz. Alex'e gösterdiği kırmızı kart tartışılır. Bence kırmızı kart ağır karar. Alex'in dirsek atar gibi bir görüntüsü var ama sanki vurmamış gibi yani takdir hakemin. Fakaaat maç boyunca bu kartın etkisini kalması, özellikle Emre'ye kırmızı kart göstermemesi (Emre'nin oyunu bu kadar germeye hakkı yok bence), bir çok sert faulü kartsız geçirmesi ama faul olmayan pozisyonlara kart göstermesi ve ilk yarıda Fenerbahçe gole giderken faul kararı verip akını kesmesi kontrolü kaybettiğinin işaretiydi. Maçın hakemi için "Böyle başa böyle tarak" gibi bir benzetme yaptı önemli bir yorumcumuz. Lafı, hakemlerini televizyonda eleştiren MHK başkanınaydı. Sonuna kadar katılıyorum. Yok Şikeymiş, yok teşvikmiş, yok play-offmuş, yok hafta içi programıymış, yok Şampiyonlar ligi maçı günü derbiymiş, yok sıfır toleransmış, yok oymuş yok buymuş....Sezon başından beri FUTBOLUN İÇİNE ETTİLER, YETMEDİ. ŞİMDİ ETTİKLERİ İLE İSİMLERİNİ DUVARA ALTIN HARFLERLE SIVADILAR.
31 Ekim 2011 Pazartesi
26 Ekim 2011 Çarşamba
Hem Sarı Hem Kırmızı
Yaklaşık 1 haftadır blogumda maç kritiği yapmadım. Yapmak gelmedi içimden daha doğrusu. Öyle bir zaman geçirdik ki; kim kazanmış, kim kaybetmiş, kim gol atmış, kim kaçırmış önemsiz kaldı. Bu vesile ile kaybettiklerimize Allah(c.c)'tan rahmet, geride kalan vatandaşlarımıza sabır, yaralılara acil şifalar diliyorum. Yardım gecesi ve diğer sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla "insanlığını" gösteren herkese de teşekkür ederim.
Dün akşamki maça geçersek. Galatasaray ile Gaziantepspor ilginç bir maç oynadı Türk Telekom Arena stadında. İlk 4 haftada puan alamayan ardından Abdullah Ercan'ı göreve getiren Gaziantepspor, yeni teknik adamı ile ilk 2 maçında beraberlik almış en sonunda geçen hafta galip gelmişti. Kadro kalitesi ile puan durumundaki yeri ters orantılı olan Gaziantespor karşısında ilk 3 iç saha maçını kazanan Galatasaray bir adımda olsa favoriydi. Fakat maç öncesi tahmin edilenden çok farklı bir 90 dakika oynandı.
Galatasaray'ın sezon başından beri en büyük sıkıntısı yaratıcı oyuncu eksikliği. Maçın kaderini değiştirebilecek oyuncu sayısı az. Bu nedenle de Fatih hoca maça, sakatlıktan yeni çıkmasına rağmen Engin ve Kazım'ı ilk 11'e alarak başladı. Çünkü bu oyuncuların kişisel gayreti olmazsa ne Riera, ne Selçuk ne de Melo oyunu değiştirecek aksiyonları yapamıyor. Engin Baytar, Galatasaray'ın bu sezonki sisteminde çok önemli bir parça. Dripling yapabilen, topu iyi taşıyabilen, aynı zamanda orta sahada pres yapıp top kazanabilen, ne zaman nerde kime nasıl pas verebileceği tahmin edilemeyen Engin sarı-kırmızılı takımın eksik parçasını tamamlayan oyuncu. Benzer yetenek Kazım. Kazım'ın artısı ise aynı zamanda topa iyi vurması. Dün akşam işte yine Kazım'ın kendi hazırladığı akında golü Selçuk İnan attı. Golü bulan Galatasaray dengeli oyunu tercih etti. Gaziantepspor ise ilk haftalardaki dağınık görüntüsünün aksine iyi pas yapan derli/toplu oynuyordu. Riske giren Fatih Terim'e kötü haber önce Kazım'dan geldi. Sakatlıktan yeni çıkan adamı zemini kağıt helva gibi olan sahada oynatınca ancak 15 dakika verim alınabildi. Ardından "cam adam" lakaplı Gökhan Zan sakatlandı ve takım 10 kişi oynarken beraberlik golünü yedi. Tekrar golü ararken önce 2-1 ve ardından Servet'in kırmızı kartı geldi. İşte maçın kırılma anı da bu oldu. Hakem Abdullah Yılmaz genç bir isim, 1978 doğumlu. Servet'e gösterdiği kırmızı kartta aslında karara etki eden yardımcı hakem oldu. Bariz gol şansı var mı yok mu tartışılacak bir pozisyon. Yani pozisyon hem sarı olabilir hem kırmızı olabilir. Hakemin takdir hakkına kalmış bir durum. Fakat Abdullah Yılmaz geçen sezon Volkan Şen'in elle oynamasına vermediği sarı kart (sarı kartı vardı, kırmızı kart görmesi gerekiyordu) ve dün akşam gösterdiği ilk kırmızı kart ile bana ilerde iyi bir hakem olacakmış izlenimi vermedi. En kibarca böyle yazabiliyorum. Galatasaray 10 kişi kalınca sahada nerdeyse savaş başladı. Başta Melo olmak üzere tüm oyuncular rakiplerine sert müdaheleler yaparken aynı zamanda da hakeme itiraza başladı. Dışarıdan anlamsız bir sinirlilik hali vardı ama aslında nedenler netti. Gol bulmakta zorlanan, yaratıcı elemanı eksik takım öndeyken mağlup duruma düşmüş bir de eksik kalınca şarteller attı. Geçen hafta Yunus Yıldırım'ın yönetiminden ağzında kötü bir tat bulunan Galatasaraylı oyuncular teker teker sarı kart görmeye başladı.
İkinci yarıda oyunu dengelemeye başlayan Galatasaray, Sabri'nin kendini aşan top kontrolü ve ardından güzel ara pasında Elmander ile beraberliği buldu. Sahasında durumu 2-2 yapan ve gücünü ekonomik kullanırsa belki galibiyet golünü bulacak takım eksik oynamanın faturasını ödedi. Savunmanın arkasına iyi sarkan Muhammet'in başlattığı atakta golü Orhan Gülle buldu. Beraberlik golünün hemen arkasında tekrar geriye düşünce Galatasaray yine oyundan koptu ve itirazlar/fauller başladı. Sabri sarı kartı olmasına rağmen 2 kez aşırı itirazlarda bulundu. İlk itirazda kartını çıkarmayan Abdullah Yılmaz, 2.itirazda artık dayanamadı ve Sabri'yi de ihraç etti. Tamamen haklı olduğunu düşünüyorum. Sabri'ye ise şunu söylemek istiyorum: "kırmızı kartı gördüğünde takım kaptanıydın, bu maçı kaybettik diye sinirlerine hakim olamadın ama cezalı duruma düşerek hafta sonu da takımı yanlız bıraktın. Profesyonelleşmemiz gerekmez mi artık"
Sonuç olarak Galatasaray ağır bir yenilgi aldı. Henüz yapım aşamasında olan takım için böyle kazalar olacaktır. Play-off sisteminde önemli olan ilk 4'e girmek olacaktır. Hatta geçen sezon yaşanan çok kötü performansın ardından Şampiyonlar Ligi vizesi bile makul karşılanacaktır. Fakat Galatasaray'ın devre arasında takıma bazı eklemeler yapması kaçınılmaz oldu.
Son sözüm Türkiye Futbol Federasyonuna. Galatasaray-Gaziantepspor maçında görevli olduğum için, Trabzonspor-Medical Park Antalyaspor maçını izleyemedim. Maçı takip eden arkadaşlarımın söyledikleri ve özet görüntülerinden nefis bir mücadele olduğunu gördüm. Avrupa'nın en formda golcüsü Burak Yılmaz'ı, çok klas golleri (Deniz ve Ali Zitouni nefis goller atmış) maalesef seyredemim. Zaten sıkışık olan fikstürde bir de saçma sapan bir uygulama geldi. Hafta içi oynacak maçların önündeki ve arkasındaki günlere maç koyulmadı. Aynı gün oynanan maçların en azından saatleri ayrılırsa çok iyi olacak.
Dün akşamki maça geçersek. Galatasaray ile Gaziantepspor ilginç bir maç oynadı Türk Telekom Arena stadında. İlk 4 haftada puan alamayan ardından Abdullah Ercan'ı göreve getiren Gaziantepspor, yeni teknik adamı ile ilk 2 maçında beraberlik almış en sonunda geçen hafta galip gelmişti. Kadro kalitesi ile puan durumundaki yeri ters orantılı olan Gaziantespor karşısında ilk 3 iç saha maçını kazanan Galatasaray bir adımda olsa favoriydi. Fakat maç öncesi tahmin edilenden çok farklı bir 90 dakika oynandı.
Galatasaray'ın sezon başından beri en büyük sıkıntısı yaratıcı oyuncu eksikliği. Maçın kaderini değiştirebilecek oyuncu sayısı az. Bu nedenle de Fatih hoca maça, sakatlıktan yeni çıkmasına rağmen Engin ve Kazım'ı ilk 11'e alarak başladı. Çünkü bu oyuncuların kişisel gayreti olmazsa ne Riera, ne Selçuk ne de Melo oyunu değiştirecek aksiyonları yapamıyor. Engin Baytar, Galatasaray'ın bu sezonki sisteminde çok önemli bir parça. Dripling yapabilen, topu iyi taşıyabilen, aynı zamanda orta sahada pres yapıp top kazanabilen, ne zaman nerde kime nasıl pas verebileceği tahmin edilemeyen Engin sarı-kırmızılı takımın eksik parçasını tamamlayan oyuncu. Benzer yetenek Kazım. Kazım'ın artısı ise aynı zamanda topa iyi vurması. Dün akşam işte yine Kazım'ın kendi hazırladığı akında golü Selçuk İnan attı. Golü bulan Galatasaray dengeli oyunu tercih etti. Gaziantepspor ise ilk haftalardaki dağınık görüntüsünün aksine iyi pas yapan derli/toplu oynuyordu. Riske giren Fatih Terim'e kötü haber önce Kazım'dan geldi. Sakatlıktan yeni çıkan adamı zemini kağıt helva gibi olan sahada oynatınca ancak 15 dakika verim alınabildi. Ardından "cam adam" lakaplı Gökhan Zan sakatlandı ve takım 10 kişi oynarken beraberlik golünü yedi. Tekrar golü ararken önce 2-1 ve ardından Servet'in kırmızı kartı geldi. İşte maçın kırılma anı da bu oldu. Hakem Abdullah Yılmaz genç bir isim, 1978 doğumlu. Servet'e gösterdiği kırmızı kartta aslında karara etki eden yardımcı hakem oldu. Bariz gol şansı var mı yok mu tartışılacak bir pozisyon. Yani pozisyon hem sarı olabilir hem kırmızı olabilir. Hakemin takdir hakkına kalmış bir durum. Fakat Abdullah Yılmaz geçen sezon Volkan Şen'in elle oynamasına vermediği sarı kart (sarı kartı vardı, kırmızı kart görmesi gerekiyordu) ve dün akşam gösterdiği ilk kırmızı kart ile bana ilerde iyi bir hakem olacakmış izlenimi vermedi. En kibarca böyle yazabiliyorum. Galatasaray 10 kişi kalınca sahada nerdeyse savaş başladı. Başta Melo olmak üzere tüm oyuncular rakiplerine sert müdaheleler yaparken aynı zamanda da hakeme itiraza başladı. Dışarıdan anlamsız bir sinirlilik hali vardı ama aslında nedenler netti. Gol bulmakta zorlanan, yaratıcı elemanı eksik takım öndeyken mağlup duruma düşmüş bir de eksik kalınca şarteller attı. Geçen hafta Yunus Yıldırım'ın yönetiminden ağzında kötü bir tat bulunan Galatasaraylı oyuncular teker teker sarı kart görmeye başladı.
İkinci yarıda oyunu dengelemeye başlayan Galatasaray, Sabri'nin kendini aşan top kontrolü ve ardından güzel ara pasında Elmander ile beraberliği buldu. Sahasında durumu 2-2 yapan ve gücünü ekonomik kullanırsa belki galibiyet golünü bulacak takım eksik oynamanın faturasını ödedi. Savunmanın arkasına iyi sarkan Muhammet'in başlattığı atakta golü Orhan Gülle buldu. Beraberlik golünün hemen arkasında tekrar geriye düşünce Galatasaray yine oyundan koptu ve itirazlar/fauller başladı. Sabri sarı kartı olmasına rağmen 2 kez aşırı itirazlarda bulundu. İlk itirazda kartını çıkarmayan Abdullah Yılmaz, 2.itirazda artık dayanamadı ve Sabri'yi de ihraç etti. Tamamen haklı olduğunu düşünüyorum. Sabri'ye ise şunu söylemek istiyorum: "kırmızı kartı gördüğünde takım kaptanıydın, bu maçı kaybettik diye sinirlerine hakim olamadın ama cezalı duruma düşerek hafta sonu da takımı yanlız bıraktın. Profesyonelleşmemiz gerekmez mi artık"
Sonuç olarak Galatasaray ağır bir yenilgi aldı. Henüz yapım aşamasında olan takım için böyle kazalar olacaktır. Play-off sisteminde önemli olan ilk 4'e girmek olacaktır. Hatta geçen sezon yaşanan çok kötü performansın ardından Şampiyonlar Ligi vizesi bile makul karşılanacaktır. Fakat Galatasaray'ın devre arasında takıma bazı eklemeler yapması kaçınılmaz oldu.
Son sözüm Türkiye Futbol Federasyonuna. Galatasaray-Gaziantepspor maçında görevli olduğum için, Trabzonspor-Medical Park Antalyaspor maçını izleyemedim. Maçı takip eden arkadaşlarımın söyledikleri ve özet görüntülerinden nefis bir mücadele olduğunu gördüm. Avrupa'nın en formda golcüsü Burak Yılmaz'ı, çok klas golleri (Deniz ve Ali Zitouni nefis goller atmış) maalesef seyredemim. Zaten sıkışık olan fikstürde bir de saçma sapan bir uygulama geldi. Hafta içi oynacak maçların önündeki ve arkasındaki günlere maç koyulmadı. Aynı gün oynanan maçların en azından saatleri ayrılırsa çok iyi olacak.
20 Ekim 2011 Perşembe
Futbolun Adaleti Varmış
Geçen sezon Dinamo Kiev karşısında hem içerde hem dışarda 4'lük olan Beşiktaş, bu sezon nerdeyse aynı takımla (geçen sezondan Egemen-Edu-Simao farklı) deplasmana geldi. Dinamo Kiev takımı da 1-2 değişiklik ile aynı kadro yapısıyla sahadaydı. Beşiktaş'ın lig maçlarında çok eleştirilen yıldızlarının Avrupa (vitrin) maçlarında daha istekli olacaklarına emindik. Hava güzel, zemin uygundu.
Beşiktaş maçın ilk 15 dakikası geçtiğinde anlaşıldı ki kazanması ufak çaplı bir muzice gerektirecekti. Tıpkı Kayserispor maçında yaşadıkları gibi. Fakat alınacak bir beraberlikte kimseyi üzmezdi. Maçın 10.dakikasında sonra Dinamo Kiev özellikle savunma arkasına atılan toplarla etkili olmaya başladı. Önce Gusev, ardında 2 kere Milevski, ardından Yarmolenko mutlak golleri kaçırdı. İlk yarıda Beşiktaş'ın cılız bir kaç atağı sonuç getirmedi. Yani Edu'nun forvet oynadığı takımda ancak bu kadar hücum edebiliyor. Fanatik Gazatesinde dün yayınlanan ve Dinamo Kiev'i kritik eden yabancı editör: "Dinamo Kiev'in bu sezon bir çok karşılaşmasında oyuncuları yüzde 100 gol olur dediğimiz pozisyonları kaçırdı. Maccabi Tel Aviv ve Stoke City’yle oynanan karşılaşmalarda Dinamo 3 ya da 4 gol daha atabilirdi. Ancak iki maçtan da beraberlikle ayrıldı. Takımın en önemli oyuncularından biri olan Ideye’nin iki maçta 4 golü bulunuyor. Ancak son 10 gündür rakip fileleri havalandırmakta zorluk çekiyor. 60. dakikadan sonra futbolcular sahada yürüyor" açıklamalarını yapmıştı. Sayın Varchak'ın tıpkı aktardığı gibi ilk yarıda net pozisyonları gol yapamayan Dinamo Kiev 58.dakikada Ideye ile inanılmaz bir gol daha kaçırdı. Ardından yorgunluk başladı ve oyundan düştüler. Beşiktaş ise bu fırsatı kullanamadı. Aslında Carvalhal, Edu-Holosko değişikliğini 65.dakika gibi yapsa belki Holosko etkili koşuları ile mucizeyi gerçekleştirebilirdi. Quaresma ve Simao eski maçlarına göre daha iyi oynadılar ama yine de sonuca etki edecek bir gollük pas veya önemli bir şut atamadılar. Ayrıca Beşiktaş'ın en büyük sıkıntılarından biri savunma ile forvet arasındaki uçurum. Edu ile Egemen-Sivok arasında öyle bir mesafe varkı takım 5-0-5 gibi oynuyor. Takım ne hücumda iyi ne savunmada hatta iyi mücadele etmiyorlar desem yalan olmaz. Son dakikada gelen gol ise "futbolun adaleti yoktur" klişesini değiştirdi. Açıkcası Beşiktaş adına da hayırlı oldu. Hem puan alındı diye bazı eksiklerin üstü kapanmamış oldu, hem de zaten bu oyunla Beşiktaş'ın Avrupa arenasında gidebileceği bir yer yok. Geçen sezon gruptan çıkmışlardı ama 2.turda elendiler. Dolayısıyla gereksiz maç trafiği yerine bir an evvel lige konsantre olunur. Not: Mersin zor deplasman, Carvalhal'ın son maçı olabilir. Ersun Yanal boşta :)
Beşiktaş maçın ilk 15 dakikası geçtiğinde anlaşıldı ki kazanması ufak çaplı bir muzice gerektirecekti. Tıpkı Kayserispor maçında yaşadıkları gibi. Fakat alınacak bir beraberlikte kimseyi üzmezdi. Maçın 10.dakikasında sonra Dinamo Kiev özellikle savunma arkasına atılan toplarla etkili olmaya başladı. Önce Gusev, ardında 2 kere Milevski, ardından Yarmolenko mutlak golleri kaçırdı. İlk yarıda Beşiktaş'ın cılız bir kaç atağı sonuç getirmedi. Yani Edu'nun forvet oynadığı takımda ancak bu kadar hücum edebiliyor. Fanatik Gazatesinde dün yayınlanan ve Dinamo Kiev'i kritik eden yabancı editör: "Dinamo Kiev'in bu sezon bir çok karşılaşmasında oyuncuları yüzde 100 gol olur dediğimiz pozisyonları kaçırdı. Maccabi Tel Aviv ve Stoke City’yle oynanan karşılaşmalarda Dinamo 3 ya da 4 gol daha atabilirdi. Ancak iki maçtan da beraberlikle ayrıldı. Takımın en önemli oyuncularından biri olan Ideye’nin iki maçta 4 golü bulunuyor. Ancak son 10 gündür rakip fileleri havalandırmakta zorluk çekiyor. 60. dakikadan sonra futbolcular sahada yürüyor" açıklamalarını yapmıştı. Sayın Varchak'ın tıpkı aktardığı gibi ilk yarıda net pozisyonları gol yapamayan Dinamo Kiev 58.dakikada Ideye ile inanılmaz bir gol daha kaçırdı. Ardından yorgunluk başladı ve oyundan düştüler. Beşiktaş ise bu fırsatı kullanamadı. Aslında Carvalhal, Edu-Holosko değişikliğini 65.dakika gibi yapsa belki Holosko etkili koşuları ile mucizeyi gerçekleştirebilirdi. Quaresma ve Simao eski maçlarına göre daha iyi oynadılar ama yine de sonuca etki edecek bir gollük pas veya önemli bir şut atamadılar. Ayrıca Beşiktaş'ın en büyük sıkıntılarından biri savunma ile forvet arasındaki uçurum. Edu ile Egemen-Sivok arasında öyle bir mesafe varkı takım 5-0-5 gibi oynuyor. Takım ne hücumda iyi ne savunmada hatta iyi mücadele etmiyorlar desem yalan olmaz. Son dakikada gelen gol ise "futbolun adaleti yoktur" klişesini değiştirdi. Açıkcası Beşiktaş adına da hayırlı oldu. Hem puan alındı diye bazı eksiklerin üstü kapanmamış oldu, hem de zaten bu oyunla Beşiktaş'ın Avrupa arenasında gidebileceği bir yer yok. Geçen sezon gruptan çıkmışlardı ama 2.turda elendiler. Dolayısıyla gereksiz maç trafiği yerine bir an evvel lige konsantre olunur. Not: Mersin zor deplasman, Carvalhal'ın son maçı olabilir. Ersun Yanal boşta :)
17 Ekim 2011 Pazartesi
Aykut Kocaman Kızmakta Haklı
Fenerbahçe dün akşam son haftalardaki ruh halinden çok farklı bir görüntü çizdi. Sezon başında yaşanan malum durumların ardından lige büyük bir öfke patlaması ile başlayan Fenerbahçe özellikle Orduspor, Gaziantepspor ve İ.B.Belediyespor maçlarında oyunu çok sıkı tutmuş, yardımlaşma, takım olma, daha çok istemek gibi olguları mükemmel saha yansıtmıştı. Emre, Selçuk, Gökhan gibi isimler sakatken Niang, Santos, Lugano gibi isimler gitmişken ve kulüp içinde yaşanan durumlar ortadayken Fenerbahçe o haftalarda takdir edilecek işler yapmıştı.
Fakat Fenerbahçe dün akşam özellikle son yarım saatte eski laubali diyebileceğim maçlarında örnekler verdi. Aykut Kocaman özellikle deplasman maçlarında sol açıkta Caner'i oynatarak orta saha ve sol bekine yardımcı olmak istiyor. Özer hamlesi de benzeri bir hamle. Özer 1-0 kazanılan Kayseri deplasmanında da 90 dakika oynamıştı. Aykut Kocaman son deplasmanlarda skor avantajını yakalayıp arkaya yaslanarak işi bitirmek istiyor. Ligin bence kilit noktasına dayanıyor: Gol yememek. (Fatih Terim'de bu noktayı son 3 haftada yakaladı rakibinin arkasına yapıştı) Dolayısıyla Stoch-Dia gibi isimleri ilk 11'de kullanmıyor. Bence de ligimiz için son derece mantıklı bir taktik Ancak işin en güzel yanı Fenerbahçe kadrosunun geniş olması. İşte bunu zamanında hazırlayan teknik ekibe ve yönetime teşekkür etmeleri gerekir. Özer'in sıradışı golü ile skor avantajını yakalayan Fenerbahçe, dağınık-savruk iki stoperi olan Mersin İdman Yurdu karşısında bol pozisyon bulacağını düşünmüştüm. Fakat Alex ve Bienvenu hem istenilen düzeyde değiller, hem de iyi anlaşamıyorlar. Semih zaten kariyerinin en kötü dönemini geçirmese zaten ilk 11 oynar ve bu sorun çözülürdü. Aykut Kocaman'ın bu konuda ilerleyen haftalar için bazı hamleler yapması gerekebilir. Çünkü her takım bu kadar etkisiz olmaz
Mersin İdman Yurdu ise 2.bölgeden 3.bölgeye geçerken çoğalamama sorunu yaşıyor. Beto, Nduka ve Moritz top taşırken yanlarına yardıma gelen arkadaşlarını bulamadı. Dolayısıyla pozisyona girmeleri ancak duran toplara yada kişisel becerilere kaldı. Bu hale rağmen penaltı pozisyonu, elle atılan ve sayılmayan gol, çizgiden Özer'in çıkardığı top ve Erman'ın iyi ortalayamadığı akını sayarsak duran toptan Fenerbahçe savunması 4 net pozisyon verdi. Savunması uzun oyunculardan kurulu olmasına rağmen sarı-lacivertli takımın bu kadar duran toptan pozisyon vermesi tahammül edilir bir durum değil. Nobre gibi hava hakimiyeti tescilli bir isim olsaydı Mersin golü erken bulurdu. Son dakikada birazda şu ilk paragrafta bahsettiğim konsantrasyon kaybından Beto golü buldu. Bence yine büyük bir takımın yememesi gereken bir gol oldu. Beto öyle çok hızlı, çok çalımlı özel bir oyuncu değil. Aksine kale sahasında gol atma becerisi yüksek bir Brezilyalı. Orta sahadan topu alan Beto'nun önce Yobo'yu ardından Bekir'i geçip gol bulması negatif bir başka nokta oldu Fenerbahçe için. Maçın en ilginç istatistiğine ise Stoch ulaştı. Son yarım saatte forma bulan ve rakibin 10 kişi kalmasıyla birlikte hemen hemen her akında bomboş kalan Stoch 4 net gol pozisyonunda sonuca gidemedi. Bu kadar fırsat ayına gelip bir de son dakikada gol yiyince Aykut Kocaman'da haklı olarak kızdı. Mersin İdman Yurdu golü erken bulsa son dakikalarda şuursuzca yüklense neler olacaktı. Fırsat ele gelmişken atmak gerek. Asıl ilginç olan ise sezona büyük bir haykırış ile başlayan Fenerbahçe'nin 10 kişi kalmış rakibi karşısında bu fırsatları bireysel\şahsi kullanmak yerine garanti kullanması gerekirdi. Stoch neden ilk 11'de forma giyemediğini dün akşam daha evvel bu soruyu soran (bir tanesi de benim) herkese yanıtladı. Daha genç Slovak oyuncu eminim daha iyi olacak ama Fenerbahçe ilk haftalardaki ruhunu kaybederse....
Fakat Fenerbahçe dün akşam özellikle son yarım saatte eski laubali diyebileceğim maçlarında örnekler verdi. Aykut Kocaman özellikle deplasman maçlarında sol açıkta Caner'i oynatarak orta saha ve sol bekine yardımcı olmak istiyor. Özer hamlesi de benzeri bir hamle. Özer 1-0 kazanılan Kayseri deplasmanında da 90 dakika oynamıştı. Aykut Kocaman son deplasmanlarda skor avantajını yakalayıp arkaya yaslanarak işi bitirmek istiyor. Ligin bence kilit noktasına dayanıyor: Gol yememek. (Fatih Terim'de bu noktayı son 3 haftada yakaladı rakibinin arkasına yapıştı) Dolayısıyla Stoch-Dia gibi isimleri ilk 11'de kullanmıyor. Bence de ligimiz için son derece mantıklı bir taktik Ancak işin en güzel yanı Fenerbahçe kadrosunun geniş olması. İşte bunu zamanında hazırlayan teknik ekibe ve yönetime teşekkür etmeleri gerekir. Özer'in sıradışı golü ile skor avantajını yakalayan Fenerbahçe, dağınık-savruk iki stoperi olan Mersin İdman Yurdu karşısında bol pozisyon bulacağını düşünmüştüm. Fakat Alex ve Bienvenu hem istenilen düzeyde değiller, hem de iyi anlaşamıyorlar. Semih zaten kariyerinin en kötü dönemini geçirmese zaten ilk 11 oynar ve bu sorun çözülürdü. Aykut Kocaman'ın bu konuda ilerleyen haftalar için bazı hamleler yapması gerekebilir. Çünkü her takım bu kadar etkisiz olmaz
Mersin İdman Yurdu ise 2.bölgeden 3.bölgeye geçerken çoğalamama sorunu yaşıyor. Beto, Nduka ve Moritz top taşırken yanlarına yardıma gelen arkadaşlarını bulamadı. Dolayısıyla pozisyona girmeleri ancak duran toplara yada kişisel becerilere kaldı. Bu hale rağmen penaltı pozisyonu, elle atılan ve sayılmayan gol, çizgiden Özer'in çıkardığı top ve Erman'ın iyi ortalayamadığı akını sayarsak duran toptan Fenerbahçe savunması 4 net pozisyon verdi. Savunması uzun oyunculardan kurulu olmasına rağmen sarı-lacivertli takımın bu kadar duran toptan pozisyon vermesi tahammül edilir bir durum değil. Nobre gibi hava hakimiyeti tescilli bir isim olsaydı Mersin golü erken bulurdu. Son dakikada birazda şu ilk paragrafta bahsettiğim konsantrasyon kaybından Beto golü buldu. Bence yine büyük bir takımın yememesi gereken bir gol oldu. Beto öyle çok hızlı, çok çalımlı özel bir oyuncu değil. Aksine kale sahasında gol atma becerisi yüksek bir Brezilyalı. Orta sahadan topu alan Beto'nun önce Yobo'yu ardından Bekir'i geçip gol bulması negatif bir başka nokta oldu Fenerbahçe için. Maçın en ilginç istatistiğine ise Stoch ulaştı. Son yarım saatte forma bulan ve rakibin 10 kişi kalmasıyla birlikte hemen hemen her akında bomboş kalan Stoch 4 net gol pozisyonunda sonuca gidemedi. Bu kadar fırsat ayına gelip bir de son dakikada gol yiyince Aykut Kocaman'da haklı olarak kızdı. Mersin İdman Yurdu golü erken bulsa son dakikalarda şuursuzca yüklense neler olacaktı. Fırsat ele gelmişken atmak gerek. Asıl ilginç olan ise sezona büyük bir haykırış ile başlayan Fenerbahçe'nin 10 kişi kalmış rakibi karşısında bu fırsatları bireysel\şahsi kullanmak yerine garanti kullanması gerekirdi. Stoch neden ilk 11'de forma giyemediğini dün akşam daha evvel bu soruyu soran (bir tanesi de benim) herkese yanıtladı. Daha genç Slovak oyuncu eminim daha iyi olacak ama Fenerbahçe ilk haftalardaki ruhunu kaybederse....
15 Ekim 2011 Cumartesi
Arabanı da Al Git Carlos
Son söyleceğimi ilk söyleyeyim: Beşiktaş takım olmayı beceremediği sürece beyhude sonuçlar ve transferlerle kendini avutur. Sezon başından beri bunu bir kaç kez yazmıştım değişen birşey yok. Kayserispor dün akşamki maçta rahat bir galibiyet aldı. Hem de o Kayserispor son 7 sezonun en kötü ilk 5 haftasını yaşayan 4 puanlı Kayserispor.
Maça siyah-beyazlı takım yıldızlarını sahaya sürerek başladı. Quaresma, Guti, Simao, Fernandes aynı anda sahadaydı. Savunmada İsmail'in alternatifsizliği nedeniyle sol bekte Ekrem, onun boşalttığı sağ bekte ise İbrahim Toraman forma giydi. Şimdi koskoca Beşiktaş'ın hem sağ beki hem sol beki orjinal mevkiisi bek olmayan isimlerden mi oluşmalı. Bu nasıl bir transfer politikası. Madem aldınız Tanju Kayhan'ı güvenin ve oynatın. Karşı takımın sol beki Hasan Ali Kaldırım, Tanju Kayhan'dan 5 ay küçük ama 2 sezondur her maç sahada. Sorun sadece beklerde değil. Takımın bekler dışında kadrosu gayet güzel ama önde oynayan tek forvet sıkıntılı. Ben bu durumu takım elbise giymiş bir adamın altına sandalet giymesini benzetiyorum. Kıyafet çok güzel sadece kolları uymamış ama ayakkabı tamamen alakasız. Edu değil Beşiktaş'ın forveti olmak Bank Asya 1.Lig'de toplam 5 golü geçemez. Başka bir sorun ise Guti. Madem bu adam ilk 11 oynayacak durumdaydı ey Carlos hoca. Neden Gaziantepspor deplasmanında kadro sıkıntısı çekerken oynatmadın? Ama ben bu akşam Guti'nin neden forma giydiğini tahmin edebiliyorum. Milli takım maçları gündemde olduğu için pek yansımadı ama Beşiktaş bu müthiş transfer politikaları! sayesinde maddi sıkıntıya düştü. Guti'yi elden çıkartmak için en azında belli maçlarda oynatıp parlatmaları gerekiyor. Böyle hesaplarla takımın hayalleri, paraları ve büyüklüğü elden gidiyor ama kimse dur demiyor. Zaten Guti sağlam kontratını sezon sonuna kadar öyle-böyle, sakatım-hastayım, 2 maç oynar 3 maç yatar şekilde, meşhur nargile partileri ile bitirir ve sezon sonunda futbolu bırakır. Böylece Beşiktaş o güzel arabanın son sahibi olur :) Beşiktaş'ın bu sıkıntıları bu maçtan önce de vardı. Fakat bu maçta 2 tane defosu daha gün yüzüne çıktı. Haliyle bu durumdaki Beşiktaş'ın maçı kazanması imkansızdı. Nedir o defolar?
1-Takım olmak bir yana, Beşiktaş'ın Portekizli oyuncuları artık hem kendilerine oynuyolar hem de vurdum duymaz oynuyolar. Fernandes başta olmak üzere Simao ve Quaresma her atakta önce bir çalım atayım sonra pozisyona bakarız düşüncesindeler. Hele Fernandes iyice bırakmış durumda. Ceza sahasının önünde bile çalıma giriyor. Ayrıca orta sahada top kayıpları o kadar artık ki (özellikle 2.yarıda) çıkarken kaptırılan her top kalede pozisyon oldu. Şimdi bu maçta en etkin olması gereken bu üç ismin istatistiklerine bakalım: Quaresma maç boyunca şutu: 0 (evet sayıyla sıfır inanılmaz), Simao maç boyunca şutu:1 attığı şut taça gitti (evet taça çıktı inanılmaz), Fernandes şutu:1. Quaresma orta: 7/1, Simao: 4/1, Fernandes: 5/1. İkili mücadeleden top kaybı üç oyuncu toplam: 11, isabetsiz pas toplam:35 Ancak 3 dakika 35 saniye ile en çok topla oynayan isim Q7. Sorunu anlatabildim sanırım Büyük oyuncu sonuca etki eder. Bakınız Alex: 125 gol, bir o kadar da asist.
2-Carvalhal kenardan maça müdahele edemiyor. Maça biraz hücumcu ve yıldızlardan kurulu kadro ile çıkan Carlos hoca ilk yarıdan sonucu almak istedi. (Çünkü hafta içi Kiev deplasmanı var ve çok kritik bir karşılaşma olacak) Fakat işler iyi gitmeyince oyuna müdahele de edemedi. Maçın 60.dakikasında sonra çok net ortaya çıktı ki Beşiktaş'ın koşacak hali yok. Orta sahada kaptırılan her topta özellikle Amrabat daha çok sol kanattan, bazen de ortadan Beşiktaş savunmasının içine akmaya başladı. İbrahim Toraman'ın sağ bek orjinli bir oyuncu olmadığı ve bir beke göre ağır kalması nedeniyle ilk golde Amrabat'ı durduramadı. Maç bu dakikadan sonra Guti-Holosko değişikliği ile birlikte tamamen Kayserispor'un kontrolüne geçti. Halbuki Carlos hoca Edu-Mustafa Pektemek, Simao-Holosko değişiklikleri ile daha etkin olabilirdi. Son yarım saatte orta sahada cirit atan Kayserispor hücumcuları daha becerikli olsa fark 3-4 olabilirdi. Aslında İbrahim Toraman'ın burnunun kırıldığı atakta (geçmiş olsun kaptana) bence hakem penaltı vermesi gerekirdi. Bu gol belki maçın en iyi ihtimalle berabere bitmesine yol açardı ama yenilgi beraberlikten daha iyi oldu Beşiktaş için. Kafaları kuma gömmek yerine şapkayı önlerine koymalarını sağlar.
Sonuç olarak ne Edu bu takımın forveti, ne İbrahim bu takımın sağ beki, ne Carlos hoca bu takımın teknik sahibi. Carlos hoca bu takım oyuncusu olabilecek kalitede olan ama kendini dev aynasında görüp oynamayan, takım mağlup iken varyete giren, hatta topuk pası yapan hemşerilerini ha bi de güzel arabasını da alıp gitsin. Böylece formaya hakkını veren (Egemen Korkmaz gibi) isimler oynarda kendine hayrı olmayan takımın belki ülke futboluna katkısı olur.
Maça siyah-beyazlı takım yıldızlarını sahaya sürerek başladı. Quaresma, Guti, Simao, Fernandes aynı anda sahadaydı. Savunmada İsmail'in alternatifsizliği nedeniyle sol bekte Ekrem, onun boşalttığı sağ bekte ise İbrahim Toraman forma giydi. Şimdi koskoca Beşiktaş'ın hem sağ beki hem sol beki orjinal mevkiisi bek olmayan isimlerden mi oluşmalı. Bu nasıl bir transfer politikası. Madem aldınız Tanju Kayhan'ı güvenin ve oynatın. Karşı takımın sol beki Hasan Ali Kaldırım, Tanju Kayhan'dan 5 ay küçük ama 2 sezondur her maç sahada. Sorun sadece beklerde değil. Takımın bekler dışında kadrosu gayet güzel ama önde oynayan tek forvet sıkıntılı. Ben bu durumu takım elbise giymiş bir adamın altına sandalet giymesini benzetiyorum. Kıyafet çok güzel sadece kolları uymamış ama ayakkabı tamamen alakasız. Edu değil Beşiktaş'ın forveti olmak Bank Asya 1.Lig'de toplam 5 golü geçemez. Başka bir sorun ise Guti. Madem bu adam ilk 11 oynayacak durumdaydı ey Carlos hoca. Neden Gaziantepspor deplasmanında kadro sıkıntısı çekerken oynatmadın? Ama ben bu akşam Guti'nin neden forma giydiğini tahmin edebiliyorum. Milli takım maçları gündemde olduğu için pek yansımadı ama Beşiktaş bu müthiş transfer politikaları! sayesinde maddi sıkıntıya düştü. Guti'yi elden çıkartmak için en azında belli maçlarda oynatıp parlatmaları gerekiyor. Böyle hesaplarla takımın hayalleri, paraları ve büyüklüğü elden gidiyor ama kimse dur demiyor. Zaten Guti sağlam kontratını sezon sonuna kadar öyle-böyle, sakatım-hastayım, 2 maç oynar 3 maç yatar şekilde, meşhur nargile partileri ile bitirir ve sezon sonunda futbolu bırakır. Böylece Beşiktaş o güzel arabanın son sahibi olur :) Beşiktaş'ın bu sıkıntıları bu maçtan önce de vardı. Fakat bu maçta 2 tane defosu daha gün yüzüne çıktı. Haliyle bu durumdaki Beşiktaş'ın maçı kazanması imkansızdı. Nedir o defolar?
1-Takım olmak bir yana, Beşiktaş'ın Portekizli oyuncuları artık hem kendilerine oynuyolar hem de vurdum duymaz oynuyolar. Fernandes başta olmak üzere Simao ve Quaresma her atakta önce bir çalım atayım sonra pozisyona bakarız düşüncesindeler. Hele Fernandes iyice bırakmış durumda. Ceza sahasının önünde bile çalıma giriyor. Ayrıca orta sahada top kayıpları o kadar artık ki (özellikle 2.yarıda) çıkarken kaptırılan her top kalede pozisyon oldu. Şimdi bu maçta en etkin olması gereken bu üç ismin istatistiklerine bakalım: Quaresma maç boyunca şutu: 0 (evet sayıyla sıfır inanılmaz), Simao maç boyunca şutu:1 attığı şut taça gitti (evet taça çıktı inanılmaz), Fernandes şutu:1. Quaresma orta: 7/1, Simao: 4/1, Fernandes: 5/1. İkili mücadeleden top kaybı üç oyuncu toplam: 11, isabetsiz pas toplam:35 Ancak 3 dakika 35 saniye ile en çok topla oynayan isim Q7. Sorunu anlatabildim sanırım Büyük oyuncu sonuca etki eder. Bakınız Alex: 125 gol, bir o kadar da asist.
2-Carvalhal kenardan maça müdahele edemiyor. Maça biraz hücumcu ve yıldızlardan kurulu kadro ile çıkan Carlos hoca ilk yarıdan sonucu almak istedi. (Çünkü hafta içi Kiev deplasmanı var ve çok kritik bir karşılaşma olacak) Fakat işler iyi gitmeyince oyuna müdahele de edemedi. Maçın 60.dakikasında sonra çok net ortaya çıktı ki Beşiktaş'ın koşacak hali yok. Orta sahada kaptırılan her topta özellikle Amrabat daha çok sol kanattan, bazen de ortadan Beşiktaş savunmasının içine akmaya başladı. İbrahim Toraman'ın sağ bek orjinli bir oyuncu olmadığı ve bir beke göre ağır kalması nedeniyle ilk golde Amrabat'ı durduramadı. Maç bu dakikadan sonra Guti-Holosko değişikliği ile birlikte tamamen Kayserispor'un kontrolüne geçti. Halbuki Carlos hoca Edu-Mustafa Pektemek, Simao-Holosko değişiklikleri ile daha etkin olabilirdi. Son yarım saatte orta sahada cirit atan Kayserispor hücumcuları daha becerikli olsa fark 3-4 olabilirdi. Aslında İbrahim Toraman'ın burnunun kırıldığı atakta (geçmiş olsun kaptana) bence hakem penaltı vermesi gerekirdi. Bu gol belki maçın en iyi ihtimalle berabere bitmesine yol açardı ama yenilgi beraberlikten daha iyi oldu Beşiktaş için. Kafaları kuma gömmek yerine şapkayı önlerine koymalarını sağlar.
Sonuç olarak ne Edu bu takımın forveti, ne İbrahim bu takımın sağ beki, ne Carlos hoca bu takımın teknik sahibi. Carlos hoca bu takım oyuncusu olabilecek kalitede olan ama kendini dev aynasında görüp oynamayan, takım mağlup iken varyete giren, hatta topuk pası yapan hemşerilerini ha bi de güzel arabasını da alıp gitsin. Böylece formaya hakkını veren (Egemen Korkmaz gibi) isimler oynarda kendine hayrı olmayan takımın belki ülke futboluna katkısı olur.
13 Ekim 2011 Perşembe
Slaven Bilić %51
80'li yılların ortasında Juup Derwall'i takımın başına getirerek devrim niteliğinde bir hamle yapan Galatasaray yönetimi belki de Türk futbolunun çıkışını başlatmıştı. Derwall yönetiminde 14 yıl sonra şampiyon olan Galatasaray'ın teknik direktörü yardımcısı Mustafa Denizli'yi yetiştirecek ve salt başarıyı değil aynı zamanda futbolun gelişimini sağlayacak sistemleri kuracaktı. İşte o Mustafa Denizli ülke futbolunun Şampiyon Kulüpler Kupasında (şimdiki Şampiyonlar Ligi) en büyük başarısını 1988-89 sezonunda yarı final oynayarak yakaladı. Galatasaray ile yani bir Türk takımı ile kupa 1'de en iyi 4 takım arasına giren Mustafa Denizli, maçlardan önce "%51 kazanırız" söylemleri ve 3-0 kaybettiği N.Xamax maçının rövanşı için verdiği "5-0 kazanırız" deyimleri ile görülmemiş özgüvenini yansıtıyordu. Normalda politik konuşan futbol adamlarının "şartlar eşit %50-%50" demesine alışmıştı ama %51'ci Mustafa Denizli, farklı bakış açısını, Türk oyuncusuna güvenini ortaya koymuş bir başarı alıştırması yaşatmıştı. Mustafa Denizli'nin bu başarılarının ardından kısa bir Milli takım serüveni yaşamış akabinde Galatasaray'ın yaptığını Federasyonumuz yapıp Sepp Piontek'i milli takımın başına geçirmişti. San Marino faciaları ve kötü futbol ile eleştirilen Piontek en iyi bildiğini yapıp skor başarısı yerine başarılı sistemini hayata geçirmişti. İşte tıpkı Mustafa Denizli gibi yardımcısı olan ve Ümit Milli takım sorumlusu olan Fatih Terim ustanın açtığı yoldan bu sefer ülke futbolunun o tarihte hiç göremediği bir başarıyı yakalayıp Avrupa Futbol Şampiyonası biletini almıştı. Euro 96 finalleri Türk Milli takımının tarihinde bir ilkti. İlk maç ise Hırvatistan ile yapılacaktı. İşte o Hırvatistan takımında savunmanın lideri Slaven Bilic'ti. Günümüzde Hırvat Milli takımının teknik direktörü olan Bilic aynı zamanda uzun yıllar Almanya ve İngiltere forma giymiş jenerasyonun önemli bir parçasıydı. 1992'de bağımsızlığını yeniden kazanan ülkenin iyi oyuncuları artık Avrupa'nın önemli takımlarına gitmeye başladı. Böylece 25-30 yaş arası ve belli enternasyonel tecrübeye ulaşmış bir jenerasyon ortaya çıktı. İşte bu Hırvatistan, A Milli takımının Euro 96'da ilk oynadığı takım oldu ve Alpay'ın Vlaovic'i düşürmemesi çok tartışılan maçta bize karşı tek galibiyetini aldı. Tarihinde ilk kez katıldığı şampiyona da çeyrek finale kadar gelen ekibin liderleri savunmada Jarni ve Bilić, orta sahada Prosinecki ve Boban, forvet hattında Boksic ve Suker'di. Üst düzey bu oyunculara Asanovic, Soldo ve Stimac gibi isimler katkı sağlıyordu. İşte o takım esas başarısını 1998 Dünya Kupasında yaşadı. Almanya gibi bir devi 3-0 geçerek geldikleri yarı finalde az daha şampiyon olan ev sahibi Fransa'yı da eleyeceklerdi. Tecrübesizliklerinin kurbanı olan Hırvatlar turnuvayı Dünya 3.cüsü unvanıyla bitirmişti. İşte bu takımdan gelen Bilić 2004-2006 arasında Ümit milli takımı çalıştırırken usta Zlatko Kranjcar'ın yanında pişti ve sonunda takımı devraldı. Euro 2008'de Türkiye karşısında hayatının en büyük dersini aldığı turnuvayı çeyrek finalde bitiren takım 2010 Dünya kupasına bizim gibi gidemedi. Fakat onların gidememesi birazda önceki turnuvada safdışı bıraktıkları İngiltere ile aynı grubu düşmelerinden kaynaklandı. Elenmeye rağmen teknik adam istikrarını sürdürdüler. Bilić kaldığı yerden takımını devam ettirdi. Aslında Yunanistan'ın grubunda ben grup liderliği bekliyordum ama onlar bu fırsatı Gürcistan maçında kaçırdı. Buna rağmen 10 maçta 7 galibiyet 1 beraberlik 2 yenilgi ile 22 puan toplayan 18 gol atıp 7 gol yiyen Hırvatistan play-off'a kalan en başarılı takım. Baktığınız zaman başarıları, yaşadıkları, yükselişleri bize benzeyen bir takım. Hatta ilginçtir 4 maç oynanmış iki takım arasında 1 kez onlar Euro 96'da kazanmış, bir kez de biz normalde berabere biten turu penaltılarla atlamışız diğer maçlar berabere bitmiş. Denk kuvvetlerin mücadelesi gibi ama %51 Slaven Bilić. Neden? Öncelikle Dinamo Zagrep dışında tüm oyuncular Avrupa'da oynuyor. Takımın yıldızı Luka Modric. Sezon başında Chelsea'nin çok istediği ama Harry Rednkapp'ın bırakmadığı oyuncu orta sahanın organizatörü. Ama esas adam sağ bek Srna. Darijo Srna hem ülkesinin hem de Shakhtar'ın kaptanı. Sağ kanatta önde ve arkada oynayabilen oyuncunun en önemli özelliği duran topları çok iyi kullanması. Zaten Hırvatistan'ın en önemli silahları duran toplar. Euro 2012 elemelerinde en çok korner atan takım Hırvatistan (75 kez ile) son maçlarında da 2 golü de yan toplardan buldular. Bizim en büyük sıkıntımız, onların en büyük silahı olması büyük sorun. Takımda Srna ve Modric dışında golcü Eduardo, elemelerde takımın en golcüsü Tottenhamlı Kranjcar ve Corluka, Wolfsburglu Mandzukic, Sevillalı Rakitic ve Q.Lyonlu Lovren var. Bilić bu takımın eksiği, artısı neye ihtiyacını olduğunu en iyi bilen adam. Aslında kağıt üstünde dedidiğim gibi kafa kafaya oynamamız lazım ama esas sıkıntı 2006'dan beri iskeleti beraber oynayan oyuncular kurulu bir TAKIM var karşımızda. Bizim en sevmediğimiz şey; rakibin TAKIM olması. En sevmediğimiz bir başka durum ise Yugoslav ekolü. Al bu da onlardan. Hiddink daha önce Derwall-Piontek'in yaşadığı gibi ne oyuna ne de sonuca katkı sağlayamamasının yanında oyuncuların kötü grup performansını da katınca durum umut verici değil. İbreyi rakibe çeviriyor. Bir sıkıntıda rövanş maçının ateşli Hırvat taraftarlar önünde oynanacak olması. Bu durumda tartıya çıkınca ibre %65-%35 gibi görünse de sadece %51. Bu ibreyi düşüren daha düşürecek olan ise "İntikam duygusu". Bilić 4 senedir bu maçı bekliyorum diye bir açıklama yapmış. Bu tarz durumda genelde geri teper. Fazla motivasyon bizi 2006 play-off'unda İsviçre karşısında ne halleri sokmuştu hatırlatırım. Ancak artık millilerimizin biraz kıpırdaması lazım.
11 Ekim 2011 Salı
Azerbaycan Mağlubiyetinin Laneti ( Seri Başı Olamadık )
Öncelikle şu konudan bahsedeyim. Play-off'ta seri başı değiliz. Medyada bazı arkadaşlar tam bakmadan acele ettiler ve yayınladılar ama Uefa henüz güncel katsayıları yayınlamadı. Euro 2012 elemeleri statüsünde gruplarında ilk sırayı alan takımlar ile en iyi 2. takım doğrudan turnuvaya gidiyor. Kalan 8 tane grup ikincisi ise kendi aralarında play-off oynuyor. Play-off kura çekimi öncesi 4 takım seri başı oluyor ve diğer 4 takım ile eşleşiyor. A Milli takım ise seri başı 4 takım arasına giremedi. Uefa'nın sitesinde 07.09.2011 tarihinde güncellenen sıralamaya göre seri başı konumda bulunan takımımız bu tarihten sonra grupta oynadığı 2 maçta 3 puan aldı. Hemen iki sıra altımızda bulunan İrlanda Cumhuriyeti ise 2 maçta 6 puana ulaştı ve kılpayı takımımız geçti. Eğer Azerbaycan maçını deplasmanda kaybetmeseydik dün akşam hem stres olmadan grubu 2.sırada bitirecek hem de seri başı olarak Estonya, Karadağ, Bosna ve Çek Cumhuriyeti arasından seçim yapacaktık. Fakat şuanda rakiplerimiz Portekiz, Hırvatistan, İrlanda Cumhuriyeti ve Çek Cumhuriyeti. İlahi adalet mi demek lazım bilmem ama sonuçta bu turnuvaya gidecekseniz hakkını vermemiz lazım sanırım. Portekiz ve Hırvatistan açıkcası pek şansımızın tuttuğu rakipler değil. Ayrıca kadro olarak üstümüzdeler desem yalan olmaz. İrlanda Cumhuriyetini ise Mustafa Denizli 2000 elemelerinde 1-1 ve 0-0'lık sonuçlarla zor bela elemişti. "İçimizdeki İrlandalılar" deyiminin ortaya çıktığı maçlar sonunda turnuvaya katılan Mustafa Denizli yönetimindeki kadro çeyrek finale kadar gitmişti. Ancak Trapattoni yönetimindeki İrlanda, gruplarını 2.sırada bitiren takımlar arasında en az gol yiyen ekiplerden biri ve 10 maçta sadece 1 kez yenildiler. İtalyan teknik adamın takıma damgasını vurduğu ortada. Eskiye göre daha güçlüler ve 2010 Dünya Kupası play-off'unda Fransa karşısında Henry'nin eli (Tanrının eli) faciası ile turnuvaya gidememiştiler, Kimbilir belki bu sefer Platini amca İrlandalılara torpilde yapabilir. Dolayısıyla İrlanda Cumhuriyeti de iyi bir seçim değil. Böylece dört takım içinde seçebileceğimiz tek rakip Çek Cumhuriyeti kalıyor. Jenerasyon olarak eski günlerini mumla arayan, Baros-Plasil-Rosicky-Cech dışında üst düzey oyuncusu olmayan rakibimiz diğerlerine göre (Azerbaycan karşısındaki futbolumuzu da göz önüne alırsak) en iyi seçim olur. Fakat biz bu grup maçlarındaki futbolu geride bırakıp artık adam gibi oynamamız lazım. Son 1 ayda ne değişir bilmem ama bu takımın turnuvada olması lazım. 2010 Dünya kupasını kaçırdık bu turnuvayı da kaçıramayız. O yüzden hadi Hiddink Çek bir düşeş.
7 Ekim 2011 Cuma
"Büyük" Değilmişsin
Maçtan önce bir yazı yazdım. Ancak yayınlamaktan vazgeçtim. Sadece sosyal paylaşım hesabımdan Ey Guus Hiddink bugün "Büyük" olduğunu gösterme günüdür. Neden özel olduğunu neden bu kadar maaş aldığını ispatlama günüdür diye bir başlık yayınladım. Bugün belki Hiddink beni yanıltır, eskisi gibi "Büyük" olduğunu gösterir ve Almanya karşısında (kaybetse bile) top oynatır diye düşünüp kayıdı yayınlamadım. Çünkü Hiddink'in başarılı olacağına inanıyordum. İşte diyordum, Milli takımın başına gelebilecek en iyi hocalardan biri geldi. Hem milli takım kariyeri, kulüp takım kariyerinde daha ileride bir hoca. Rusya ile Euro 2008'de (rüyalarında görürler bir daha) yarı final, 32 yıl sonra Dünya kupasına katılan Avustralya'yı (play-off'ta Uruguay'ı eleyerek) gruptan çıkarma, Güney Kore ile Dünya kupasında yarı final..vs 2008-09 sezonunda zorda kalan Chelsea'yi getirdiği nokta. (Chelsea ile 23 resmi maçta sadece 1 kez kaybetti, FA Cup aldı, Şampiyonlar ligi yarı finalinde son saniyede Iniesta golü gelmese final ve belki de kupaya uzanacaktı) Barcelona'yı son dönemde durduran 2 hocadan biri.
Hiddink'in gelmesiyle kafamda kurgular yaptım. Duran toptan/kolay gol yeme hastalığımız teşhis edip tedavi eder, ayrılması gereken oyuncular ayrılır, yeni yetenekler kadroya girer, kollektif oyun anlayışı gelir...vs Fakat geride kalan döneme bakıyorum düşündüklerimin yarısı bile gerçekleşmedi. Taksime yakın Kasımpaşa stadında ve Olimpiyat stadında maç izleyen, bazen derbilere gelen, Hollanda da kurduğu ofisten başka bir ülkenin ulusal milli takımını yöneten, kariyeri açısında endişe etmeyen bir portre çizdi Hiddink. Kuralar çekildiğinde Almanya ve Belçika ile aynı grupta olmaktan pek mutlu olmamıştım. Fakat Hiddink yönetimindeki takımın 2.sırada yer almayı garantileyeceği, Almanya karşısında ise kafa kafaya oynayacağını düşünmüştüm. Tıpkı 2010 Dünya Kupası elemelerinde grubumuzda yer alan İspanya karşısında 2 maçta da oynadığımız gibi. Şuanda geldiğimiz nokta şu: son maçlara 3.sırada çıkıyoruz. Rakibimizin Almanya karşısında puan kaybetmesini, bizimde iç sahada Azerbaycan'ı yenmemiz (Belçika yenilirse beraberlikte yeter) gerekiyor. Baktığınız zaman %90 gerçekleşecek bir senaryo. Fakat benim kafama takılan nokta şu: Madem bizim milli takım son maçlara bu senaryo ile girecekti, madem Almanya karşısında 2 maçta da varlık gösteremeyip yarım düzine gol yiyecekti, madem oyunumuz/oyuncumuz üstüne koyacağına geri gidecekti neden biz Hiddink'i takımın başına geçirdik? Neden bu kadar ağır kontratlara imza attık? Çok net biçimde söyleyeyim; yardımcı teknik direktör Oğuz Çetin, hatta Süper Lig'den herhangi bir teknik direktörde bu grupta 14 puan toplardı. Sadece Azerbaycan ve Kazakistan'ı içerde-dışarda yenseniz 12 puan ediyor. Maça gelirsek. 90 dakika boyunca ne oynadığımızı anlayan varsa gelsin bana anlatsın. Berabere kalmak için maça çıktıysak o zaman orta sahayı Sabri ile dinamik hale getirmek yetmez, sert oynamak lazım. Maç boyunca yaptığımız faul sayısı 8. Turnuvaya gitmesi garanti Almanya'nın ise 11. Orta sahada oyun kuramayan 3'lü, savunmada da sert değil. Ha birde bu orta saha içime sinmiyor. Koskoca ülkede, hatta gurbetçileri de sayarsak koskoca milli oyuncu havuzu içinden Aurelio-Sabri-Selçuk orta sahası mı çıkar. Eminim bu bölgede oynayan tüm müstakbel oyunculara bu durum koymuştur. Yani Aurelio oynayacaksa Sabri oynayacaksa ve böyle kaybetceksek Necip Uysal-Gökay Iravul-Emre Çolak oynasın orta sahada yine yenilelim ama bari çocuklar tecrübe kazansın. Orta saha evlere şenlik, hücum hattında sadece Hamit üst düzey. Ne Arda ne Burak daha hala rakibin seviyesinde değil. Bizim Hamit gibi oynayan 11 oyuncuya ihtiyacımız var. Rakip makina gibi ortadan gelmeseler uzun ve ters toplarla etkili oluyorlar. Öyle alışmışlarki 30.dakikada sonra ortadan kısa pasları bıraktılar, diagonal ve ters-uzun paslara yöneldiler. Kalecileri Neuer bile 2 top attı 2 golünde başlangıcı oldu. Hele 2.golde ayağının dışıyla öyle bir pas attı ki kulübedeki Oğuz Çetin'e nazire yaptı. Mesut-Klose gibi ilk 11'in 2 banko oyuncusu yerine Götze-Gomez ikilisi görev yaptı. Değişiklik olmadı. Makine düzeninde işleyen takım özellikle Müller önderliğinde 3 puanı aldı. Çünkü altyapıdan yetişmeyen oyuncuyu A takıma kolay kolay almıyorlar. Jenerasyonu genç milli takımlardan hazırlıyorlar. 26 yaşındaki Podolski milli takımda 90.maçına çıkıyor, bizde Rüştü Reçber-Hakan Şükür-Bülent Korkmaz gibi dev isimler 100 maç oynadı diye plaket alıyor :) Sözü gelmişken Almanya'nın kupa kazanma zamanı geldi. 2010 Dünya kupasında 3.cü oldular, 2008'de finalde İspanya'ya kaybettiler. 2006'da 3.cü oldular, 2002'de finalde kaybettiler. Jenerasyon artık hazırlandı: Schweinsteiger, Lahm, Klose, Podolski önderler. Euro 2012'de çekişmenin 3 tane istim üstünde takım arasında geçeceğini düşünüyorum. İspanya, Almanya ve Hollanda. Bu 3 takım gruplarda henüz puan kaybetmedi. Son hafta maçlarında da puan kaybetceklerini sanmıyorum. Bu 3 takım arasında sıra Almanya'ya geldi. Euro 2012'i favorim panzerler olacak.
Hiddink'in gelmesiyle kafamda kurgular yaptım. Duran toptan/kolay gol yeme hastalığımız teşhis edip tedavi eder, ayrılması gereken oyuncular ayrılır, yeni yetenekler kadroya girer, kollektif oyun anlayışı gelir...vs Fakat geride kalan döneme bakıyorum düşündüklerimin yarısı bile gerçekleşmedi. Taksime yakın Kasımpaşa stadında ve Olimpiyat stadında maç izleyen, bazen derbilere gelen, Hollanda da kurduğu ofisten başka bir ülkenin ulusal milli takımını yöneten, kariyeri açısında endişe etmeyen bir portre çizdi Hiddink. Kuralar çekildiğinde Almanya ve Belçika ile aynı grupta olmaktan pek mutlu olmamıştım. Fakat Hiddink yönetimindeki takımın 2.sırada yer almayı garantileyeceği, Almanya karşısında ise kafa kafaya oynayacağını düşünmüştüm. Tıpkı 2010 Dünya Kupası elemelerinde grubumuzda yer alan İspanya karşısında 2 maçta da oynadığımız gibi. Şuanda geldiğimiz nokta şu: son maçlara 3.sırada çıkıyoruz. Rakibimizin Almanya karşısında puan kaybetmesini, bizimde iç sahada Azerbaycan'ı yenmemiz (Belçika yenilirse beraberlikte yeter) gerekiyor. Baktığınız zaman %90 gerçekleşecek bir senaryo. Fakat benim kafama takılan nokta şu: Madem bizim milli takım son maçlara bu senaryo ile girecekti, madem Almanya karşısında 2 maçta da varlık gösteremeyip yarım düzine gol yiyecekti, madem oyunumuz/oyuncumuz üstüne koyacağına geri gidecekti neden biz Hiddink'i takımın başına geçirdik? Neden bu kadar ağır kontratlara imza attık? Çok net biçimde söyleyeyim; yardımcı teknik direktör Oğuz Çetin, hatta Süper Lig'den herhangi bir teknik direktörde bu grupta 14 puan toplardı. Sadece Azerbaycan ve Kazakistan'ı içerde-dışarda yenseniz 12 puan ediyor. Maça gelirsek. 90 dakika boyunca ne oynadığımızı anlayan varsa gelsin bana anlatsın. Berabere kalmak için maça çıktıysak o zaman orta sahayı Sabri ile dinamik hale getirmek yetmez, sert oynamak lazım. Maç boyunca yaptığımız faul sayısı 8. Turnuvaya gitmesi garanti Almanya'nın ise 11. Orta sahada oyun kuramayan 3'lü, savunmada da sert değil. Ha birde bu orta saha içime sinmiyor. Koskoca ülkede, hatta gurbetçileri de sayarsak koskoca milli oyuncu havuzu içinden Aurelio-Sabri-Selçuk orta sahası mı çıkar. Eminim bu bölgede oynayan tüm müstakbel oyunculara bu durum koymuştur. Yani Aurelio oynayacaksa Sabri oynayacaksa ve böyle kaybetceksek Necip Uysal-Gökay Iravul-Emre Çolak oynasın orta sahada yine yenilelim ama bari çocuklar tecrübe kazansın. Orta saha evlere şenlik, hücum hattında sadece Hamit üst düzey. Ne Arda ne Burak daha hala rakibin seviyesinde değil. Bizim Hamit gibi oynayan 11 oyuncuya ihtiyacımız var. Rakip makina gibi ortadan gelmeseler uzun ve ters toplarla etkili oluyorlar. Öyle alışmışlarki 30.dakikada sonra ortadan kısa pasları bıraktılar, diagonal ve ters-uzun paslara yöneldiler. Kalecileri Neuer bile 2 top attı 2 golünde başlangıcı oldu. Hele 2.golde ayağının dışıyla öyle bir pas attı ki kulübedeki Oğuz Çetin'e nazire yaptı. Mesut-Klose gibi ilk 11'in 2 banko oyuncusu yerine Götze-Gomez ikilisi görev yaptı. Değişiklik olmadı. Makine düzeninde işleyen takım özellikle Müller önderliğinde 3 puanı aldı. Çünkü altyapıdan yetişmeyen oyuncuyu A takıma kolay kolay almıyorlar. Jenerasyonu genç milli takımlardan hazırlıyorlar. 26 yaşındaki Podolski milli takımda 90.maçına çıkıyor, bizde Rüştü Reçber-Hakan Şükür-Bülent Korkmaz gibi dev isimler 100 maç oynadı diye plaket alıyor :) Sözü gelmişken Almanya'nın kupa kazanma zamanı geldi. 2010 Dünya kupasında 3.cü oldular, 2008'de finalde İspanya'ya kaybettiler. 2006'da 3.cü oldular, 2002'de finalde kaybettiler. Jenerasyon artık hazırlandı: Schweinsteiger, Lahm, Klose, Podolski önderler. Euro 2012'de çekişmenin 3 tane istim üstünde takım arasında geçeceğini düşünüyorum. İspanya, Almanya ve Hollanda. Bu 3 takım gruplarda henüz puan kaybetmedi. Son hafta maçlarında da puan kaybetceklerini sanmıyorum. Bu 3 takım arasında sıra Almanya'ya geldi. Euro 2012'i favorim panzerler olacak.
3 Ekim 2011 Pazartesi
Kağıt Üstünde Rüştü
Beşiktaş son 23 gündeki 7.resmi maçını dün gece Gaziantepspor karşısında oynadı. Yani Siyah-beyazlı ekip 10 Eylül-3 Ekim tarihleri arasında 3,43 günde bir maç oynamış oldu. Bu 7 maçın 4 tanesini deplasmanda oynadı Beşiktaş ve bu 4 deplasmanda oldukça zordu. Eskişehirspor, Bursaspor, Stoke City ve Gaziantepspor deplasmanları. Hiçbir teknik adam böyle bir seriyi üst üste oynamak istemez. Beşiktaş bu 4 deplasmanda 1 galibiyet 1 beraberlik 2 yenilgi aldı ve 4 puan topladı. Oyun olarak ise bu 4 puanı bile hak etmedi. Deplasmanda 4 puan alan Beşiktaş sahasında ise 3'te 3 yaptı. Sonuçta puan tablosuna bakarsanız 5.hafta sonunda Beşiktaş ezeli rakibi Galatasaray ile aynı puanda, Fenerbahçe'nin ise 3 puan gerisinde. Uefa Avrupa Liginde ise 3 puanla 2.sırada. Tabloya böyle baktığınız zaman KAĞIT ÜSTÜNDE Beşiktaş'ın performansı normal sayılabilir. Benim takıldığım nokta ise başka.
Maç sonunda şöyle düşündüm. Carvalhal'a karşılaşma oynanmadan önce İstanbul'dan gelme maç berabere kabul ediyormusun? diye sorsalar kesin "evet" derdi. Maç boyunca Beşiktaş sanki üç büyüklerden biri değilmişte Süper Lig'in iyi kadrosu olan bir takımı gibi oynadı. Maça ağırlını koyan, büyüklüğünü hisettiren tek isim vardı: Rüştü. Gaziantepspor karşısında maçın başından sonuna kadar her ihtiyaç duyulduğunda sahneye çıkan isim Rüştü'ydü. Gaziantepspor'un teknik direktör değişikliği nedeniyle istekli başlayacağı belliydi. Dolayısıyla Beşiktaş takımından en çok iş düşecek bölge savunma olacaktı. Gerçekten Gaziantepspor baskı kurmak istedi, istek vardı ama oyuncu yapısının elverdiği kadar yüklendiler. Kırmızı kartların gelmesiyle daha da istediler ama her seferinde tecrübeye takıldılar. Beşiktaş'ta sazı eline alması gereken iki isim nerdeyse sahada yok gibiydi. Bu oyuncular Simao ve Fernandes. Simao benim için bu sezon tam bir hayal kırıklığı oldu. Geçen sezonun 2.yarısında gelen yıldız, sezon sonuna doğru form tutmuştu bu sezon için umut vaadetmişti. Fakat bir vites daha ileri gideceğini düşündüğüm Simao 1 vites gerilemiş durumda. Fernandes ise başka bir terane. Maç boyunca orta sahada topu doğru kullanmak bir yana, yakınından geçen rakiplere bile lütfedip müdahele etmedi. Zaten Necip ve Aurelio kreatif yönleri olmayan isimler o zaman iş Mustafa Pektemek ve Holosko'nun yapacağı koşulara ve hatalardan doğacak fırsatlara kaldı. Gerçekten de ilk yarıda Dany'nin hatasında net pozisyon Holosko'nun ayağına kadar geldi ama gol olmadı. Şimdi düşündürücü taraf şu; koskoca Beşiktaş deplasmanda işini şansa mı bırakıyor. Madem bu kadar yıldız geldi bir zahmet maça ağırlıklarını koysunlar, yok yorgunlarsa alternatif isimler oynatılsın o da yok. Guti İstanbul'da kalmış, Quaresma kampa gitmiş, forvet Almeida sakat. Simao ve Fernandes ise formsuz. Hal böyle olunca Gaziantepspor deplasmanında 1 puana seviniyorsunuz Şimdi nerde kaldı bu takımların büyüklüğü. Büyük takım deplasmana gider, oynar kısmetler ayağına kadar gelir atar veya azamaz, goller kaçar top çarpar girer..vs sonuçta kazanamazsınız 1 puana razı olursunuz ama en azında oynarsınız. Quaresma'nın milli takıma gitmesi talihlisizliğinden tutun, transfer politikasındaki hataya, teknik direktör seçimindeki sıkıntıdan tutunda iyi yerli oyuncu eksiğine kadar yönetimin kusurları inanılmaz. Beşiktaş taraftarının önemli bir kesimi bu yabancı transferleri ile belki mutlu oluyor ama beyhude zaferlerle avutuluyorlar. 100.yıl başarısından sonra 8 sezonda 1 şampiyonluk alınmasının nedeni de budur. Takım olmak, jenerasyon yakalamak, omurgayı oluşturmak, iyi yerli-milli oyuncu transfer etmek/yetiştirmek, teknik adam istikrarı yakalamak gibi kavramlar Beşiktaş'a ters :) Gaziantepspor'a gelirsek; bu akşam sahanın kenarında Tolunay Kafkas mı vardı yoksa 96 Trabzonspor takımından arkadaşı Abdullah Ercan mı vardı pek fark etmedi. Takım baskı kurmak istiyor ama öne onyanan orta saha oyuncuları yok. Wagner'i Tolunay hoca anlata anlata bitirememişti ama yaklaşık 20 maçta izledik pek etkisini göremedik. Evet teknik bir oyuncu ama sonucu değiştiremiyor. Geçen sezon rüya gibi sezon geçiren Olcan-Cenk Tosun ikilisinin performansı takımın defolarını örtmüş. Tolunay hoca kısıtlı bir kadro ile mücadele etmek isteyince teknik adam değiştirseniz de oyun pek değişmiyor. Takımın acil bir forvet alması lazım. İstatistikler ortada: 2 golle Gaziantepspor ligin en az gol atan ekibi. Gaziantepspor'un akınları etkileyen iki isim Popov ve Sosa. Onlarda bir yere kadar. 4-2-3-1 sisteminde forvet arkası oynayan oyuncunun takımı iyi yönlendirmesi lazım. Açıkcası ben Abdullah hocanın yerinde olsam sol bek Ivan'ı bu bölgede denerdim. Çünkü takımın en teknik, en kendinden emin, en topu bilen oyuncusu Ivan de Souza. Son sözümde Necip Uysal hakkında. 1991 doğumlu oyuncu 2 sezondur Beşiktaş gibi bir takımda bolca forma giyiyor. Çıktığı günden beri hem yorumcu arkadaşlar hem de Beşiktaş taraftarı Necip Uysal'ı yere göğe sığdıramıyor. Hatta A Milli takıma bile çağırıldı Necip. Fakat ben maç boyunca Necip Uysal'ın ne hücum alanında ne de savunma anlamında etkisini göremedim. Galatasaraylı Emre Çolak, Fenerbahçeli Gökay Iravul hatta son gözde M.P.Antalyasporlu Emrah Başsan bile Necip kadar fırsat bulamıyor ama oynadıkları zaman "bu oyuncularda iş var" diyorsunuz.Fakat Necip'te bir türlü bu ışığı göremedim. Tabi ki genç oyuncular çıksın, forma bulsun, oynayıp tecrübe kazansınlar ama forma giyen isimlerde kendilerini geliştirsinler üstüne koysunlar.
Maç sonunda şöyle düşündüm. Carvalhal'a karşılaşma oynanmadan önce İstanbul'dan gelme maç berabere kabul ediyormusun? diye sorsalar kesin "evet" derdi. Maç boyunca Beşiktaş sanki üç büyüklerden biri değilmişte Süper Lig'in iyi kadrosu olan bir takımı gibi oynadı. Maça ağırlını koyan, büyüklüğünü hisettiren tek isim vardı: Rüştü. Gaziantepspor karşısında maçın başından sonuna kadar her ihtiyaç duyulduğunda sahneye çıkan isim Rüştü'ydü. Gaziantepspor'un teknik direktör değişikliği nedeniyle istekli başlayacağı belliydi. Dolayısıyla Beşiktaş takımından en çok iş düşecek bölge savunma olacaktı. Gerçekten Gaziantepspor baskı kurmak istedi, istek vardı ama oyuncu yapısının elverdiği kadar yüklendiler. Kırmızı kartların gelmesiyle daha da istediler ama her seferinde tecrübeye takıldılar. Beşiktaş'ta sazı eline alması gereken iki isim nerdeyse sahada yok gibiydi. Bu oyuncular Simao ve Fernandes. Simao benim için bu sezon tam bir hayal kırıklığı oldu. Geçen sezonun 2.yarısında gelen yıldız, sezon sonuna doğru form tutmuştu bu sezon için umut vaadetmişti. Fakat bir vites daha ileri gideceğini düşündüğüm Simao 1 vites gerilemiş durumda. Fernandes ise başka bir terane. Maç boyunca orta sahada topu doğru kullanmak bir yana, yakınından geçen rakiplere bile lütfedip müdahele etmedi. Zaten Necip ve Aurelio kreatif yönleri olmayan isimler o zaman iş Mustafa Pektemek ve Holosko'nun yapacağı koşulara ve hatalardan doğacak fırsatlara kaldı. Gerçekten de ilk yarıda Dany'nin hatasında net pozisyon Holosko'nun ayağına kadar geldi ama gol olmadı. Şimdi düşündürücü taraf şu; koskoca Beşiktaş deplasmanda işini şansa mı bırakıyor. Madem bu kadar yıldız geldi bir zahmet maça ağırlıklarını koysunlar, yok yorgunlarsa alternatif isimler oynatılsın o da yok. Guti İstanbul'da kalmış, Quaresma kampa gitmiş, forvet Almeida sakat. Simao ve Fernandes ise formsuz. Hal böyle olunca Gaziantepspor deplasmanında 1 puana seviniyorsunuz Şimdi nerde kaldı bu takımların büyüklüğü. Büyük takım deplasmana gider, oynar kısmetler ayağına kadar gelir atar veya azamaz, goller kaçar top çarpar girer..vs sonuçta kazanamazsınız 1 puana razı olursunuz ama en azında oynarsınız. Quaresma'nın milli takıma gitmesi talihlisizliğinden tutun, transfer politikasındaki hataya, teknik direktör seçimindeki sıkıntıdan tutunda iyi yerli oyuncu eksiğine kadar yönetimin kusurları inanılmaz. Beşiktaş taraftarının önemli bir kesimi bu yabancı transferleri ile belki mutlu oluyor ama beyhude zaferlerle avutuluyorlar. 100.yıl başarısından sonra 8 sezonda 1 şampiyonluk alınmasının nedeni de budur. Takım olmak, jenerasyon yakalamak, omurgayı oluşturmak, iyi yerli-milli oyuncu transfer etmek/yetiştirmek, teknik adam istikrarı yakalamak gibi kavramlar Beşiktaş'a ters :) Gaziantepspor'a gelirsek; bu akşam sahanın kenarında Tolunay Kafkas mı vardı yoksa 96 Trabzonspor takımından arkadaşı Abdullah Ercan mı vardı pek fark etmedi. Takım baskı kurmak istiyor ama öne onyanan orta saha oyuncuları yok. Wagner'i Tolunay hoca anlata anlata bitirememişti ama yaklaşık 20 maçta izledik pek etkisini göremedik. Evet teknik bir oyuncu ama sonucu değiştiremiyor. Geçen sezon rüya gibi sezon geçiren Olcan-Cenk Tosun ikilisinin performansı takımın defolarını örtmüş. Tolunay hoca kısıtlı bir kadro ile mücadele etmek isteyince teknik adam değiştirseniz de oyun pek değişmiyor. Takımın acil bir forvet alması lazım. İstatistikler ortada: 2 golle Gaziantepspor ligin en az gol atan ekibi. Gaziantepspor'un akınları etkileyen iki isim Popov ve Sosa. Onlarda bir yere kadar. 4-2-3-1 sisteminde forvet arkası oynayan oyuncunun takımı iyi yönlendirmesi lazım. Açıkcası ben Abdullah hocanın yerinde olsam sol bek Ivan'ı bu bölgede denerdim. Çünkü takımın en teknik, en kendinden emin, en topu bilen oyuncusu Ivan de Souza. Son sözümde Necip Uysal hakkında. 1991 doğumlu oyuncu 2 sezondur Beşiktaş gibi bir takımda bolca forma giyiyor. Çıktığı günden beri hem yorumcu arkadaşlar hem de Beşiktaş taraftarı Necip Uysal'ı yere göğe sığdıramıyor. Hatta A Milli takıma bile çağırıldı Necip. Fakat ben maç boyunca Necip Uysal'ın ne hücum alanında ne de savunma anlamında etkisini göremedim. Galatasaraylı Emre Çolak, Fenerbahçeli Gökay Iravul hatta son gözde M.P.Antalyasporlu Emrah Başsan bile Necip kadar fırsat bulamıyor ama oynadıkları zaman "bu oyuncularda iş var" diyorsunuz.Fakat Necip'te bir türlü bu ışığı göremedim. Tabi ki genç oyuncular çıksın, forma bulsun, oynayıp tecrübe kazansınlar ama forma giyen isimlerde kendilerini geliştirsinler üstüne koysunlar.
1 Ekim 2011 Cumartesi
KOCAMAN AVCI
Ligin ilk 2 sırasında yer alan namağlup iki ekip dün gece 2.sıradaki takımın sahasında karşılaştı. İkinci yarısını daha çok kabul edersek neden zirvede güreştiklerini herkese gösterdiler. Maçın hakkını verdiler.
Önceki yazılarımda sayın Aykut Kocaman ve ekibinin en sevdiğim yanının rakip kim olursa olsun analiz etmesi ve maç öncesi kafa yorması olduğunu belirtmiştim. Kocaman'ın maç öncesi 11'i açıkladığında şunu gördük. İlk 4 haftada İ.B.Belediyespor'un en işlek tarafı olan kanatlarını kapatma isteği vardı. Yani dersini iyi çalışmıştı. Yeni transferlerden Doka soldan, Visca sağdan İ.B.Belediyespor'un akınlarını geliştiriyor Webo ise golleri sıralıyordu. Kocaman kadrosunda 2 bek özellikli sağ kanat oyuncusu ile öncelikle Doka'nın yolunu kapatmak istedi. Bence de teşhis doğruydu. Çünkü sağ kanatta oynayan Visca öyle ahım şahım bir oyuncu değil-belki daha alışamadı ilerde iyi olur- ama Doka gerçekten tehlikeli bir isim. Kocaman teşhisi doğru koydu ama uygulamayı iyi yapamadı. Sakatlıktan yeni çıkan Gökhan Gönül ön tarafta 45 dakika boyunca sırttı. Hem fiziksel olarak hazır değildi hem de sağ ön tarafta oynamak ona bir numara büyük geldi. Böylece ev sahibi ilk yarı sağ kanattan hiç gelemedi. Fenerbahçe'de ilk yarı tek sorun bu değildi. Ön tarafta Alex ve Semih çok etkisiz kaldılar. Orta alanda Mehmet Topuz-Cristian ikilisi alanı iyi koruyamadı ve 4-3-3 oynayan İ.B.Belediyespor orta sahada cirit attı. konuk ekip ilk yarı 3-4 kez Fenerbahçe kalesine oyuncu sayısı fazla olarak hücum etti. Bu pozisyonlardan birinde Volkan 2 kez kurtarıp maçı çevirdi, bir pozisyonu da Visca kullanamadı. Devreye girerken ibre konuk ekibi gösteriyordu. Fakat 2.yarı Kocaman 2 değişiklik yaptı. Yapılan bu hamleler maçı da kazandıran hamleler oldu. Semih yerine Bienvenu, Orhan yerine Sezer girdi. Fenerbahçe böylece aynı modelde ama daha etkin oyuncularla oynamaya başladı. Sağ bekte Orhan yerine daha çok bindiren Gökhan geldi, Sezer orta sahaya yaklaşıp oyunu kurmada yardımcı oldu, Bienvenu ise Semih'e göre daha çok alan yarattı. Kırılma anı ise Stoch'un golü oldu. Sezon başında beri neden süre alamıyor dediğimiz Stoch geçen sezon attığı golün kopyasını aynı kaleciye ve aynı kaleye attı. Kocaman geçen sezonda kazandığı kritik maçı hatırlayıp Marcin Kus karşısında içe kat eden Stoch ile başlamasının ve ısrar etmesinin mükafatını bu golle almış oldu. Golün ardında bocalayan İ.B.Belediyespor maç boyunca Alex'i sadece bir kez unuttu ve topu ağlardan çıkarttılar. İlk yarı momentumu elinde tutan misafir takım oyundan düştü. Fenerbahçe sol kanattan Stoch ile gelişen atakta 3.golü de bulunca herkes maç bitti dedi. Ancak İ.B.Belediyespor'un ilginç bir istatistiği vardı: tüm maçlarında son 10 dakika içinde gol bulmuşlardı ve hep devre sonlarında gol atıyorlardı. Gerçekten de İ.B.Belediyespor golleri 79 ve 86.dakikalarda Webo ile buldu ve maç bir anda değişti. Son dakikada gelen Fenerbahçe'nin frikik golü ise atan bakımında ilginç oldu. Cristian'ın serbest vuruş kullanacağı ve bu vuruşta gol atacağı aklıma gelmezdi. Biraz baraj hatası da olan gol, maçın kaymağı oldu. Sonuç olarak Fenerbahçe lige çok iyi bir başlangıç yaptı. Kolay değil kulübün yaşadığı olaylar, yeni bir sistem, lige 2 kez hazırlanmak, Şampiyonlar ligi üzüntüsü ve son olarak milli oyuncuların sakatlıklarına rağmen 5 maçta 13 puan bence büyük başarı. Bu başarı da en büyük pay artık yönetiminde önüne geçip bayrağı devralan Aykut Kocaman'dadır. Son 23 maçında yenilmeyen ve bu 23 maçında 21 kez kazanan Aykut Kocaman artık "Kocaman bir Avcı". Avcı demişken Abdullah Avcı'yı da kutlamak isterim. Sürekliği sayesinde sistemini artık iyice oturtan ve eksik yerlerini kapatan Abdullah hoca geçen sezona göre takımın oynayışını da ilerletti. Orta saha oyuncularından daha çok verim alabilecek transferler yapabilirse ve savunmanın kalitesini biraz daha arttırabilirse ilk 4'e girmesine şaşırmam.
Önceki yazılarımda sayın Aykut Kocaman ve ekibinin en sevdiğim yanının rakip kim olursa olsun analiz etmesi ve maç öncesi kafa yorması olduğunu belirtmiştim. Kocaman'ın maç öncesi 11'i açıkladığında şunu gördük. İlk 4 haftada İ.B.Belediyespor'un en işlek tarafı olan kanatlarını kapatma isteği vardı. Yani dersini iyi çalışmıştı. Yeni transferlerden Doka soldan, Visca sağdan İ.B.Belediyespor'un akınlarını geliştiriyor Webo ise golleri sıralıyordu. Kocaman kadrosunda 2 bek özellikli sağ kanat oyuncusu ile öncelikle Doka'nın yolunu kapatmak istedi. Bence de teşhis doğruydu. Çünkü sağ kanatta oynayan Visca öyle ahım şahım bir oyuncu değil-belki daha alışamadı ilerde iyi olur- ama Doka gerçekten tehlikeli bir isim. Kocaman teşhisi doğru koydu ama uygulamayı iyi yapamadı. Sakatlıktan yeni çıkan Gökhan Gönül ön tarafta 45 dakika boyunca sırttı. Hem fiziksel olarak hazır değildi hem de sağ ön tarafta oynamak ona bir numara büyük geldi. Böylece ev sahibi ilk yarı sağ kanattan hiç gelemedi. Fenerbahçe'de ilk yarı tek sorun bu değildi. Ön tarafta Alex ve Semih çok etkisiz kaldılar. Orta alanda Mehmet Topuz-Cristian ikilisi alanı iyi koruyamadı ve 4-3-3 oynayan İ.B.Belediyespor orta sahada cirit attı. konuk ekip ilk yarı 3-4 kez Fenerbahçe kalesine oyuncu sayısı fazla olarak hücum etti. Bu pozisyonlardan birinde Volkan 2 kez kurtarıp maçı çevirdi, bir pozisyonu da Visca kullanamadı. Devreye girerken ibre konuk ekibi gösteriyordu. Fakat 2.yarı Kocaman 2 değişiklik yaptı. Yapılan bu hamleler maçı da kazandıran hamleler oldu. Semih yerine Bienvenu, Orhan yerine Sezer girdi. Fenerbahçe böylece aynı modelde ama daha etkin oyuncularla oynamaya başladı. Sağ bekte Orhan yerine daha çok bindiren Gökhan geldi, Sezer orta sahaya yaklaşıp oyunu kurmada yardımcı oldu, Bienvenu ise Semih'e göre daha çok alan yarattı. Kırılma anı ise Stoch'un golü oldu. Sezon başında beri neden süre alamıyor dediğimiz Stoch geçen sezon attığı golün kopyasını aynı kaleciye ve aynı kaleye attı. Kocaman geçen sezonda kazandığı kritik maçı hatırlayıp Marcin Kus karşısında içe kat eden Stoch ile başlamasının ve ısrar etmesinin mükafatını bu golle almış oldu. Golün ardında bocalayan İ.B.Belediyespor maç boyunca Alex'i sadece bir kez unuttu ve topu ağlardan çıkarttılar. İlk yarı momentumu elinde tutan misafir takım oyundan düştü. Fenerbahçe sol kanattan Stoch ile gelişen atakta 3.golü de bulunca herkes maç bitti dedi. Ancak İ.B.Belediyespor'un ilginç bir istatistiği vardı: tüm maçlarında son 10 dakika içinde gol bulmuşlardı ve hep devre sonlarında gol atıyorlardı. Gerçekten de İ.B.Belediyespor golleri 79 ve 86.dakikalarda Webo ile buldu ve maç bir anda değişti. Son dakikada gelen Fenerbahçe'nin frikik golü ise atan bakımında ilginç oldu. Cristian'ın serbest vuruş kullanacağı ve bu vuruşta gol atacağı aklıma gelmezdi. Biraz baraj hatası da olan gol, maçın kaymağı oldu. Sonuç olarak Fenerbahçe lige çok iyi bir başlangıç yaptı. Kolay değil kulübün yaşadığı olaylar, yeni bir sistem, lige 2 kez hazırlanmak, Şampiyonlar ligi üzüntüsü ve son olarak milli oyuncuların sakatlıklarına rağmen 5 maçta 13 puan bence büyük başarı. Bu başarı da en büyük pay artık yönetiminde önüne geçip bayrağı devralan Aykut Kocaman'dadır. Son 23 maçında yenilmeyen ve bu 23 maçında 21 kez kazanan Aykut Kocaman artık "Kocaman bir Avcı". Avcı demişken Abdullah Avcı'yı da kutlamak isterim. Sürekliği sayesinde sistemini artık iyice oturtan ve eksik yerlerini kapatan Abdullah hoca geçen sezona göre takımın oynayışını da ilerletti. Orta saha oyuncularından daha çok verim alabilecek transferler yapabilirse ve savunmanın kalitesini biraz daha arttırabilirse ilk 4'e girmesine şaşırmam.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)