Aslında bu yazıyı geçen hafta yazacaktım. Fakat rekoru kırmasını bekledim. Nacizane benim medyaya servis ettiğim rekor "Galatasaray üst üst 7 deplasman maçında gol yemedi ve kulüp tarihinin rekorunu kırdı". Kolay görünen bir istatistik değildir. Üst üste 7 deplasman maçını gol yemeden bitirmek. İç sahada yapılırsa daha olası ama deplasmanda zordur.
Geçen sezon 2.yarıda Aykut Kocaman için söylediklerimi son 5 hafta için Fatih Terim'e söylüyorum. Sayın Terim başlık için beni affetsin :) benim ne haddime ülkenine en başarılı 3 teknik adamından birine bunu söylemek. Fakat amacım başkaydı. Terim 1994-2000 yılları arası ülkenin çehresini değiştirmiş, rüyamızda göremeyeceğimiz başarıları yakalamıştı. Şifresi neydi? Hagi-Popescu-Taffarel gibi ustaların yanında Emre-Okan-Suat üçlüsü orta sahada, Hakan Şükür gibi bir efsane, Hasan-Bülent-Ergün-Ü.Davala-F.Akyel gibi kalbur üstü yerlilerle gelen başarı. Oynayan/zevk veren bir futbol, ön alanda baskı ve kazanılan toplarla sonuca gitmek. Fakat 11 yılda çok şey değişti. Günümüz futbolunda artık şampiyonluklara giden yol "savunmaktan" geçiyor. Geçen sezon 2.yarıda üst üste gol yemeden maçları bitiren Fenerbahçe en az bir gol bulup 3 puanları cebine koyuyordu. Özellikle Süper Lig'de kalenizi kapatırsanız mutlaka 1-2 pozisyon bulup golü atarsanız ve kazanırsınız. Artık takımlar-oyuncular arası farklar kapandı, dolayısıyla geriye düşüp maçı çevirmek hatta 2-0'dan döndürmek sezon boyunca belki 1 kez oluyor.
Terim sezon başlarken sistemini 4-3-3 üzerine kurmuştu. Fakat bu sistemi mevcut oyuncuların kaldırması nerdeyse imkansızdı. Zaten Eboue'yi sol açık, Sabriyi bazen öndeki üçlünün sağında bazen sağ bekte oynatmakta bu tezimi destekliyordu. 4-3-3'de genelde Elmander tek forvet oynadı ve hep yanlız kaldı, hep boşuna yoruldu. Forveti destekleyecek tek oyuncunun Engin olduğu yazıldı, çizildi. Doğruydu bu ama 11 maçta kalede 9 gol görmüştü Galatasaray. Golsüz biten ve Beşiktaş'ın dünyaları kaçırdığı maçta şöyle bir paragraf yazmışım: "Galatasaray'ın sorunu Elmander veya yerinde oynayacak oyuncunun beslenmesi. Takım içinde bunu yapabilecek görünen tek isim Engin. Fakat Engin'de her zaman güven veren bir isim değil. Dolayısıyla yolu değiştirmek lazım. Yani 4-4-2 dönmek iyi bir tercih olabilir. Baros-Elmander ikilisi gayet güzel işler. Neden işler? Çünkü özellikle Elmander geri dönen, pres yapan tam bir takım oyuncusu. Orta sahaya yardım edecektir. Lig Tv'nin yılın zihni-sinir projeleri dalında aday olabilecek uygulamasını kendimce şöyle kullanacağım Galatasaray için 4-3-3 çıksın, 4-4-2 girsin." İşte Terim ne zaman sistemi birazda zorunluluktan 4-4-2 yaptı o zaman 5 maç üst üste geldi. Son 5 maçta Galatasaray'ın yediği gol 2 attığı ise 11. Evet işler güzel gidiyor ancak halen daha oturması gereken noktalar var. Devre arasında alternatifler gerekecek ayrıca Emre-Semih ikilisinin kötü oynayacağı maçlar olacaktır. Bu gençleri kontrol altında tutmak gerekir. Bu noktada belki yardımcı hocalar Davala ve Şaş'a büyük görev düşüyor.
Terim gol yemeden oynama işini bu akşam iyice abarttı. Orduspor özellikle ilk yarı Culio'nun önderliğinde nerdeyse tek kale oynadı ama pozisyon bulamadı. Galatasaray ise bir kaleci hatasında (bir şekilde pozisyon bulunuyor) golü yaptı. Kontrollü oyuna devam edip farkı 2 yapınca oyun koptu, değişiklikler geldi. Bizim lig'de başarı Daum-Lucescu taktiğinden geçer. Ersun Yanal gibi futbol oynatmaya çalışmayacaksın. Çünkü Avrupa'da Futbol, bizim lig'de top oynanır. Kuralı da Gol YEMEYECEKSİN.
16 Aralık 2011 Cuma
14 Aralık 2011 Çarşamba
Mustafa Fernandes
Beşiktaş grubun son maçında Stoke City ile yine çok ilginç bir maç oynadı. Son maçlar öncesinde 3 puan farkla 2.sırada bulunan Beşiktaş'a beraberlik hatta averaj hesaplarına göre yenilgi bile yetecek, kazanması halinde ise grup lideri olacaktı. Peki Beşiktaş bu avantajı nasıl yakalamıştı. Dinamo Kiev kalecisi Shovkovsky'in gol atmak için uçtuğu, kalenin içinden 3-4 kez top çıkarıldığı maçta Dinamo Kiev'i geçen Beşiktaş herkesin çantada keklik dediği Maccabi maçında ise son saniyede 3 puan almıştı. İsrail'de önce 2-0 öne geçilmiş ardından maç 2-0'dan 2-2'e gelmiş, İngiltere'den gelen beraberlik golü hesapları iyice çıkmaza sürüklediği anda son dakikada sahneye Q7 çıkmış ve bu akşamki avantajı getirmişti. Tam "Türk İşi" dediğimiz eline gelen fırsatı kullanamayıp yumurta kapıya sıkışınca işi son anda bitirmiştik.
İşte o avantajla gelen Beşiktaş dün akşam sadece maçını kaybedip, D.Kiev ise 4 farklı galip gelmesi ile eleniyordu. Vee dakikalarda 20'yi gösterdiğinde Beşiktaş 1-0 geride, D.Kiev ise 2-0 öndeydi. Yani kalan zamanda Beşiktaş gol bulamaz ve Ukrayna ekibi 2 gol daha atarsa Beşiktaş elenecekti. Maçın kırılma anı Fuller'in direkten dönen topuydu. Tamamen şans faktörü ile kaleye yönelen top içeri girse yada Egemen'in hatasında Fuller kale sahasında topu tamamlasa maçı döndürmek bayağı zor olacaktı. Neyseki 2.yarı başında önce Kiev'den kırmızı kart ve gol haberleri geldi, ardından Mustafa Pektemek ve Fernandes'in maça asılmaları ile ibre Beşiktaş'a döndü. Fernandes bu maçta öyle bir oynadı ki sanki bize "Quaresma, Simao, Guti yoksa ben varım, ben bu takımın organizatörlüğünü yaparım" dedi. Gerçekten de yaptı. Bence zaten gerçekten de yapardı. İstikrarsızlığı ve takım içindeki yıldız sayısının fazlalığı bu geceye kadar sahne almasını erteledi. Sakatlık ve ceza olmadığı sürece orta sahada Ernst-Necip-Fernandes üçlüsü bozulmamalı. Ancaak Fernandes de Avrupa kupası maçları vitrin maçları diyip Süper Lig'de %50 performansla oynamamalı.
Beşiktaş penaltı pozisyonu ile hem beraberliği yakalayıp hem de oyuncu sayısı bakımından avantajını eline geçirince iyice bastırmaya başladı. Mustafa Pektemek'in maç sonu röportajında dediği gibi Stoke City maçı zaten kazanmaya gelmedi. Hatta hatta yenilseler bile çokta umurlarında olmayacaktı. Uefa Avrupa Liginde mücadele eden bir çok major lig takımı bu kupaya angarya olarak bakıyor. Tottenham, Paris SG, Fulham, Rennes...vb bir çok takım son 32 turunda olmayacak. Dolayısıyla fırsat ele gelmişken değerlendirmek vardı. Bu sefer Beşiktaş işi şansa bırakmadı. Fernandes'in kornerden bu sezon bolca yaptığı gibi güzel ortaladı ve Mustafa nefis bir kafa vurdu ile golü attı. Bu köşeden sezon başında yazdığım kritiklerden defalarca Edu yerine Mustafa Pektemek'in görev alması gerektiğini yazmıştı. Mustafa hem klas goller atıyor (Manisa maçı, Stoke Maçı) hem de eskilerin tabiriyle golü kokluyor, gol bölgesine gidiyor, savunmanın dengesini bozuyor. Beşiktaş'ın bu sezonki en iyi 2 transferinden biri (diğeri Egemen).
Beşiktaş'ın Stoke City gibi fizik gücü yüksek, oyun planını hava topları üzerine kurmuş bir İngiliz takımına kornerden gol atabilmesi ancak Mustafa gibi bir yetenek ve Fernandes gibi bir usta ile mümkün olabilirdi. Edu'nun golü ise şaşırtıcı bir kaymak oldu liderlik zevkine. Sonuç itibariyle Beşiktaş lider ve seri başı olma imkanını var. Dileğimiz iyi bir kura çeker ve bu kadro gidebildiği yere kadar gider, ülke futboluna hem heyecan hem de puanlar taşır.
İşte o avantajla gelen Beşiktaş dün akşam sadece maçını kaybedip, D.Kiev ise 4 farklı galip gelmesi ile eleniyordu. Vee dakikalarda 20'yi gösterdiğinde Beşiktaş 1-0 geride, D.Kiev ise 2-0 öndeydi. Yani kalan zamanda Beşiktaş gol bulamaz ve Ukrayna ekibi 2 gol daha atarsa Beşiktaş elenecekti. Maçın kırılma anı Fuller'in direkten dönen topuydu. Tamamen şans faktörü ile kaleye yönelen top içeri girse yada Egemen'in hatasında Fuller kale sahasında topu tamamlasa maçı döndürmek bayağı zor olacaktı. Neyseki 2.yarı başında önce Kiev'den kırmızı kart ve gol haberleri geldi, ardından Mustafa Pektemek ve Fernandes'in maça asılmaları ile ibre Beşiktaş'a döndü. Fernandes bu maçta öyle bir oynadı ki sanki bize "Quaresma, Simao, Guti yoksa ben varım, ben bu takımın organizatörlüğünü yaparım" dedi. Gerçekten de yaptı. Bence zaten gerçekten de yapardı. İstikrarsızlığı ve takım içindeki yıldız sayısının fazlalığı bu geceye kadar sahne almasını erteledi. Sakatlık ve ceza olmadığı sürece orta sahada Ernst-Necip-Fernandes üçlüsü bozulmamalı. Ancaak Fernandes de Avrupa kupası maçları vitrin maçları diyip Süper Lig'de %50 performansla oynamamalı.
Beşiktaş penaltı pozisyonu ile hem beraberliği yakalayıp hem de oyuncu sayısı bakımından avantajını eline geçirince iyice bastırmaya başladı. Mustafa Pektemek'in maç sonu röportajında dediği gibi Stoke City maçı zaten kazanmaya gelmedi. Hatta hatta yenilseler bile çokta umurlarında olmayacaktı. Uefa Avrupa Liginde mücadele eden bir çok major lig takımı bu kupaya angarya olarak bakıyor. Tottenham, Paris SG, Fulham, Rennes...vb bir çok takım son 32 turunda olmayacak. Dolayısıyla fırsat ele gelmişken değerlendirmek vardı. Bu sefer Beşiktaş işi şansa bırakmadı. Fernandes'in kornerden bu sezon bolca yaptığı gibi güzel ortaladı ve Mustafa nefis bir kafa vurdu ile golü attı. Bu köşeden sezon başında yazdığım kritiklerden defalarca Edu yerine Mustafa Pektemek'in görev alması gerektiğini yazmıştı. Mustafa hem klas goller atıyor (Manisa maçı, Stoke Maçı) hem de eskilerin tabiriyle golü kokluyor, gol bölgesine gidiyor, savunmanın dengesini bozuyor. Beşiktaş'ın bu sezonki en iyi 2 transferinden biri (diğeri Egemen).
Beşiktaş'ın Stoke City gibi fizik gücü yüksek, oyun planını hava topları üzerine kurmuş bir İngiliz takımına kornerden gol atabilmesi ancak Mustafa gibi bir yetenek ve Fernandes gibi bir usta ile mümkün olabilirdi. Edu'nun golü ise şaşırtıcı bir kaymak oldu liderlik zevkine. Sonuç itibariyle Beşiktaş lider ve seri başı olma imkanını var. Dileğimiz iyi bir kura çeker ve bu kadro gidebildiği yere kadar gider, ülke futboluna hem heyecan hem de puanlar taşır.
10 Aralık 2011 Cumartesi
"Küçük" Messi Borbalan
Öncelikle şu fulbolsuz günlerde bu heyecanı yaşatan Mourinho, Messi, Guardiola, görev yapan tüm oyuncular ve C.Ronaldo'ya teşekkür etmek lazım. Hatta hatta Rijkaard, Cruyff, Bobby Robson ve Rinus Michels'e kadar geri gitmek lazım. (İlk cümledeki sıralama da en sonda Ronaldo var çünkü beni maçta en az heyecanlandıran adam oydu)
Günümüz futbolun en üst düzey kapışmasında daha karşılaşma başlamadan bir çok tabu yıkıldı. Real Madrid'in sağ bekinde sol ayaklı Coentrao gayet de iyi oynadı."Ters ayaklı bek mi olur?" diyenlere Mourinho'nun cevabıydı bu hem de El Clasico'da. Guardiola'da pek aşağı kalmadı. Alexis Sanchez'i de santrafor saymazsak 4-6-0 gibi maça başladı. Yani David Villa'yı bile kullanmayı lüks gördü. Fabregas-Messi-Sanchez devamlı yer değiştirdi. Bazen takımın en önünde Fabregas vardı. Zaten Barcelona'nın inanılmaz yapısı bu takımı bu hale getirdi. Sol bek denen Abidal bizim lig'de gayet güzel 10 numara pozisyonunda, stoper Pique gayet güzel forvet pozisyonunda, Messi de gayet güzel orta sahanın ortasında oynar. Demek istediğim sol bekinden stoperine herkes her bölgede ne yapacağını iyi bilen, topu oyuna mükemmel sokabilen oyuncular.
Mourinho'dan geçen sezon yapacağını tahmin ettiğimiz durumu bu sezon ilk maçında ilk dakikalarında gördük. Fatih Terim'in Fenerbahçe maçının ilk 20 dakikasında yaptırdığı gibi Mourinho maça 3.bölgede üst düzey baskı ile başladı. Haftalardır Lass'ı orta sahada oynatıp iyice yerine monte eden (geçen sezon bu bölgede Pepe'yi denemişti ama tutmamıştı) Mourinho ön alanda baskısından daha 23.saniyede meyve aldı. Barcelona ilk yarıda etkisizdi ama yine Messi ne yaptı etti golü attırdı. Gol de Alexis neden Barça'ya geldiğinin imzasını attı. Fakat ilk yarının yıldızı bence hakem Borbalan'dı. Maç boyunca nerdeyse tüm takdir haklarını Barcelona lehine kullanan hakem belki farkın açılmasını (dolayısıyla heyecanın kaçmasını) istemiyor gibiydi. Fakat 44.dakika da Messi'ye gösteremediği 2.sarı kart pozisyonu fahişti.
Maçın 2.yarısında ilk 10 dakikada Barcelona eski Barcelona gibi oynadı. Galibiyet golü bir şans golüydü. Golün ardından Mourinho Mesut-Kaka değişikliğini yaptı ama Barcelona hızını aldığı için maçı da aldı götürdü. Fark 2'ye çıkınca Mourinho çift forveter döndü ama maç artık "tam El Clasico" olmuştu. Bence maçı hakketmedi Katalanlar. Hakemin yardımı da yadsınamaz. Yıllardır "bu Messi neyin nesi" diye diye yere göğe koyamadığımız yıldız dün gece "Küçük" tarafını gösterdi. Madrid iyi oynarken işler kötü giderken sürekli itiraz eden, faul yapan kart gören ve sonunda atılması gerekirken sahada kalan Messi'ydi. Onu atamayan bir küçük ise hakem Borbalan'dı.
Klasikleşen son paragrafımı birazda büyük resme bakarak! kullanmak istedim. 22-23 yaşında adamlar hem gençliğin verdiği enerjiyle inanılmaz mücadele ederken hem de son derece üst düzey maçta klaslarını konuşturuyorlar. Real Madrid takımının en iyisi Di Maria'ydı. Mesut da ilk yarıda bu oyuncuya kritik anlarda eşlik etmeye çalıştı. Yıllardır oynadığı için yaşlı sanılan Sergio Ramos ve Pepe 25, Mesut-Di Maria ve Marcelo 23, Fabregas ve Pique 24, Ronaldo 26 yaşında. Real Madrid takımının en yaşlısı 30 yaşındaki kalecisi Casillas. Barcelona'da 30 üstü oyuncu 3 tane var: Puyol, Xavi, Abidal. Bizim lig'de ise 22-23 yaşındaki oyunculara genç diyoruz. Bu adamların kaçıncı El Clasicosu, kaçıncı lig maçları belli değil. Oyuncularımızı daha erken sahaya sürmeli, güvenmeli (örneğin Fatih Terim'in Emre Çolak hamlesi gibi) sonuç odaklı değil BAŞARI odaklı çalışmalıyız.
Günümüz futbolun en üst düzey kapışmasında daha karşılaşma başlamadan bir çok tabu yıkıldı. Real Madrid'in sağ bekinde sol ayaklı Coentrao gayet de iyi oynadı."Ters ayaklı bek mi olur?" diyenlere Mourinho'nun cevabıydı bu hem de El Clasico'da. Guardiola'da pek aşağı kalmadı. Alexis Sanchez'i de santrafor saymazsak 4-6-0 gibi maça başladı. Yani David Villa'yı bile kullanmayı lüks gördü. Fabregas-Messi-Sanchez devamlı yer değiştirdi. Bazen takımın en önünde Fabregas vardı. Zaten Barcelona'nın inanılmaz yapısı bu takımı bu hale getirdi. Sol bek denen Abidal bizim lig'de gayet güzel 10 numara pozisyonunda, stoper Pique gayet güzel forvet pozisyonunda, Messi de gayet güzel orta sahanın ortasında oynar. Demek istediğim sol bekinden stoperine herkes her bölgede ne yapacağını iyi bilen, topu oyuna mükemmel sokabilen oyuncular.
Mourinho'dan geçen sezon yapacağını tahmin ettiğimiz durumu bu sezon ilk maçında ilk dakikalarında gördük. Fatih Terim'in Fenerbahçe maçının ilk 20 dakikasında yaptırdığı gibi Mourinho maça 3.bölgede üst düzey baskı ile başladı. Haftalardır Lass'ı orta sahada oynatıp iyice yerine monte eden (geçen sezon bu bölgede Pepe'yi denemişti ama tutmamıştı) Mourinho ön alanda baskısından daha 23.saniyede meyve aldı. Barcelona ilk yarıda etkisizdi ama yine Messi ne yaptı etti golü attırdı. Gol de Alexis neden Barça'ya geldiğinin imzasını attı. Fakat ilk yarının yıldızı bence hakem Borbalan'dı. Maç boyunca nerdeyse tüm takdir haklarını Barcelona lehine kullanan hakem belki farkın açılmasını (dolayısıyla heyecanın kaçmasını) istemiyor gibiydi. Fakat 44.dakika da Messi'ye gösteremediği 2.sarı kart pozisyonu fahişti.
Maçın 2.yarısında ilk 10 dakikada Barcelona eski Barcelona gibi oynadı. Galibiyet golü bir şans golüydü. Golün ardından Mourinho Mesut-Kaka değişikliğini yaptı ama Barcelona hızını aldığı için maçı da aldı götürdü. Fark 2'ye çıkınca Mourinho çift forveter döndü ama maç artık "tam El Clasico" olmuştu. Bence maçı hakketmedi Katalanlar. Hakemin yardımı da yadsınamaz. Yıllardır "bu Messi neyin nesi" diye diye yere göğe koyamadığımız yıldız dün gece "Küçük" tarafını gösterdi. Madrid iyi oynarken işler kötü giderken sürekli itiraz eden, faul yapan kart gören ve sonunda atılması gerekirken sahada kalan Messi'ydi. Onu atamayan bir küçük ise hakem Borbalan'dı.
Klasikleşen son paragrafımı birazda büyük resme bakarak! kullanmak istedim. 22-23 yaşında adamlar hem gençliğin verdiği enerjiyle inanılmaz mücadele ederken hem de son derece üst düzey maçta klaslarını konuşturuyorlar. Real Madrid takımının en iyisi Di Maria'ydı. Mesut da ilk yarıda bu oyuncuya kritik anlarda eşlik etmeye çalıştı. Yıllardır oynadığı için yaşlı sanılan Sergio Ramos ve Pepe 25, Mesut-Di Maria ve Marcelo 23, Fabregas ve Pique 24, Ronaldo 26 yaşında. Real Madrid takımının en yaşlısı 30 yaşındaki kalecisi Casillas. Barcelona'da 30 üstü oyuncu 3 tane var: Puyol, Xavi, Abidal. Bizim lig'de ise 22-23 yaşındaki oyunculara genç diyoruz. Bu adamların kaçıncı El Clasicosu, kaçıncı lig maçları belli değil. Oyuncularımızı daha erken sahaya sürmeli, güvenmeli (örneğin Fatih Terim'in Emre Çolak hamlesi gibi) sonuç odaklı değil BAŞARI odaklı çalışmalıyız.
1 Aralık 2011 Perşembe
Bu Sefer Oldu Q7
Sezon başında beri "yıldız oyuncu maç kazandırmalı" diye eleştirdiğimiz Quaresma dün gece şovunu yaptı. İsrail'i bombaladı. Hem Ernst'in ortasına vurduğu volesi hem de galibiyet getiren golde slalom çalımlarının ardından bitirici vuruşu yapmasıyla neden "Büyük" oyuncu olduğunu gösterdi. Beşiktaş taraftarı başta olmak üzere onu bu takıma getiren yöneticiler ve biz futbolseverler arada sırada da olsa :) Q7'den böyle şovlar bekliyoruz.
Maça gelirsek. Tel Aviv deplasmanının zor olacağını, her ne kadar iddiası olmasa da İsrail ekibinin mücadele edeceğini düşünüyordum. Beklediğimden daha istekli bir rakip vardı. Dinamo Kiev ile bu sahada 1-1 berabere kalan Maccabi, Beşiktaş'a da çelmek takmak isteyecekti az daha da oluyordu. Tam Türk İşi bir maç seyrettik. En kötüyü de gördük, en iyisini de. İlk yarıda 2-3 net pozisyondan yararlanamayan Maccabi Tel Aviv takımıydı. Savunmada kaptırılan toplar önemli tehlikeler yarattı, o vuruşlarda biri gol olsa belki de galibiyet gelmeyecekti. Bu arada Dinamo Kiev deplasmanda 1-0 önde oynuyordu. Devre biterken Beşiktaş öne geçti. 2.Yarının hemen başında da 2-0 yaptı. Böylece artık Beşiktaş 3 puanı garantiledi diye düşündük. Fakat Holosko'nun oyuna alınmaması, biraz gevşeklik ve bıkıp usandığımız şu duran toplardan gol yeme hastalığı Maccabi Tel Aviv'i maça ortak etti. Korkulan da oldu uzaktan atılan bir şutla maç 2-0'dan 2-2 oldu. Kabul etmek lazım; Maccabi Tel Aviv bizim takımlara göre 1-2 gömlek geride bir ekip. Böyle bir takıma karşı 2-0 öndeyken nasıl olur da skor 2-2 olur. Eğer maçlar 80.dakidaki skorlarla bitse Carvalhal yerden yere vurulurdu. Çünkü 2-0 önde iken maç bir anda 2-2'ye gelmiş Dinamo Kiev'de deplasmanda galip durumda oynuyordu. Maçlar böyle bitse Beşiktaş 7 puan, Dinamo Kiev 8 puan, Stoke City 10 puanda olacaktı. Son maçlarda üç takımında iddiası olacaktı. Fakat önce Stoke City'nin beraberlik golü ardından Quaresma'nın galibiyeti getiren golü Beşiktaş'ı %80 gruptan çıkardı. Son maçta beraberlik yetiyor, mağlubiyet yaşanırsa iş gol averajına kalacak ve Beşiktaş 4 gol avantajlı durumda. Hatta hatta Beşiktaş son maçını kazanırsa grup lideri olacak. Bitime 10 dakika kala grupta çıkma hesapları yapan takım maç sonunda liderlik hesapları yapıyor. Her zaman böyleyiz :)
Carvalhal'ın kadroyu biraz da zorunluluktan koruması güzel. Fakat açıkca göründü kü İbrahim Toraman ön libero oynamasın. Bence stoper mevkiinde oluşacak boşluklarda görev alsın. Ernst-Fernandes-Veli üçlüsü gayet güzel bu takımın orta sahasını götürürler. Bir de sağ bekte Ekrem oynasa Hilbert önde oynasa Voltran oluşacak gibi :)
Maça gelirsek. Tel Aviv deplasmanının zor olacağını, her ne kadar iddiası olmasa da İsrail ekibinin mücadele edeceğini düşünüyordum. Beklediğimden daha istekli bir rakip vardı. Dinamo Kiev ile bu sahada 1-1 berabere kalan Maccabi, Beşiktaş'a da çelmek takmak isteyecekti az daha da oluyordu. Tam Türk İşi bir maç seyrettik. En kötüyü de gördük, en iyisini de. İlk yarıda 2-3 net pozisyondan yararlanamayan Maccabi Tel Aviv takımıydı. Savunmada kaptırılan toplar önemli tehlikeler yarattı, o vuruşlarda biri gol olsa belki de galibiyet gelmeyecekti. Bu arada Dinamo Kiev deplasmanda 1-0 önde oynuyordu. Devre biterken Beşiktaş öne geçti. 2.Yarının hemen başında da 2-0 yaptı. Böylece artık Beşiktaş 3 puanı garantiledi diye düşündük. Fakat Holosko'nun oyuna alınmaması, biraz gevşeklik ve bıkıp usandığımız şu duran toplardan gol yeme hastalığı Maccabi Tel Aviv'i maça ortak etti. Korkulan da oldu uzaktan atılan bir şutla maç 2-0'dan 2-2 oldu. Kabul etmek lazım; Maccabi Tel Aviv bizim takımlara göre 1-2 gömlek geride bir ekip. Böyle bir takıma karşı 2-0 öndeyken nasıl olur da skor 2-2 olur. Eğer maçlar 80.dakidaki skorlarla bitse Carvalhal yerden yere vurulurdu. Çünkü 2-0 önde iken maç bir anda 2-2'ye gelmiş Dinamo Kiev'de deplasmanda galip durumda oynuyordu. Maçlar böyle bitse Beşiktaş 7 puan, Dinamo Kiev 8 puan, Stoke City 10 puanda olacaktı. Son maçlarda üç takımında iddiası olacaktı. Fakat önce Stoke City'nin beraberlik golü ardından Quaresma'nın galibiyeti getiren golü Beşiktaş'ı %80 gruptan çıkardı. Son maçta beraberlik yetiyor, mağlubiyet yaşanırsa iş gol averajına kalacak ve Beşiktaş 4 gol avantajlı durumda. Hatta hatta Beşiktaş son maçını kazanırsa grup lideri olacak. Bitime 10 dakika kala grupta çıkma hesapları yapan takım maç sonunda liderlik hesapları yapıyor. Her zaman böyleyiz :)
Carvalhal'ın kadroyu biraz da zorunluluktan koruması güzel. Fakat açıkca göründü kü İbrahim Toraman ön libero oynamasın. Bence stoper mevkiinde oluşacak boşluklarda görev alsın. Ernst-Fernandes-Veli üçlüsü gayet güzel bu takımın orta sahasını götürürler. Bir de sağ bekte Ekrem oynasa Hilbert önde oynasa Voltran oluşacak gibi :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)